18 Temmuz 2012 Çarşamba

Manevî Sofralarından Doyamadan Kalkılırdı



Akl-ı selim ve kalb-i selim sahibi olan ve doğuştan veli diye tanınan merhum ve mağfur Yahyalılı Hacı Hasan Efendi (ks) Hazretlerinin duygu ve düşünce ufkunu tespit, tayin ve tarif etmek bizler için oldukça zordur. Onlar için postunda oturur ama kâinattan haberdar olur, derler. Kendi tabiri ile de sanki dünya bir tepsi gibidir, onlara göre.

Müridanının tavsifine göre de kendi yerde, ruhu arşta gezinir. Afakî ve enfüsî hakikatlerin usta bir avcısı ve savunucusudurlar. Ehliyet ve liyakatle birlikte salahiyet sahibidirler de. Onlara verilen tasarruf hak ve yetkisi vardır, onlar Hak canibinden devamlı desteklenirler. İşte tüm bu sebeplerden dolayıdır ki onlara ehl-i hak ve ehl-i marifet denir.

MANEVÎ SOFRALAR

Onu dinleyen herkes onun konuya hâkimiyetine ve ifade gücüne hayran kalırdı. İkna kabiliyeti fevkalade idi. Derinlik ve genişlik boyutu yanına insicam ve sürükleyicilik katılınca ortaya çıkan tablo paha biçilmez oluyor. Dönüşüm ve oluşum bir arada yaşanıyor, doyamadım denilerek bu manevî ziyafet sofrasından kalkıyordu.

Anlatılmaz yaşanır denilen şey orada bir kere daha yeniden keşfediliyordu. Nitekim onu dinleyen bir müftü, hocalık – müftülük başka, mürşitlik – velilik başka olduğunu onu görüp dinleyince anladım, demiştir. Bir başka ilahiyatçı ise yirmi dakikalık bir sohbetinde bulundum, adeta tüm tahsilim boyunca bildiklerimin özetini duydum, demiştir.

Halka açık umumî görüşmeleri yanında baş başa ve hususî görüşmeleri de olurdu. Siyasetten spora kadar çok ve çeşitli camialara mensup insanlarla gerçekleştirilen bu görüşmelerinin diğerlerinden farklı olan yönü hususunda şunları söyleyebiliriz:

Konuşmadan çıkan her bir kişi biz Efendi’yi biliyorduk ve onun için gelmiştik ama böyle bilmiyorduk. Meğer o bir derya imiş. Meğer o siyasetin de ekonominin de sporun da kültür ve sanatın da bir dehası ve teorisyeni imiş. Bizlere öyle şeyler anlattılar ki biz bunları ne üniversite hayatımızda ne de günlük memuriyet ve iş hayatımızda asla duymadık.

İyi ki kötü niyetli şer odakları onların bu özelliklerini bilmiyorlar. Eğer bilseler o kötü emelleri önündeki en büyük engelin kimler olduğunun farkına varırlar da hedef tahtasına bunları oturturlar. Hayırların fethinde ve şerlerin definde onların yaptığı hizmeti hiçbir kişi ve kuruluş yapamıyor ve yapamaz. Zira onlar varis-i enbiyadırlar. Zira onlar Hakk’ın halk için seçtikleri ve sevdikleridirler.

KALPLERİN FETHİ

İslâm’la şereflenmesine ramak kalan bir İngiliz bilim adamı İslâm ile ilgili kafasındaki ve gönlündeki son sorularını Hacı Hasan Efendiye sorar, ondan doyurucu cevaplar alınca da huzurunda kelime-i şehadet getirir. Bu olay onun makasıd-ı şeria’yı layıkıyla özümsediğini ve benimsediğini gösterir.

İşte kemalat budur, işte kâmil insan bunlara denir. Kırık dökük bilgilerle, ipe sapa gelmez sözlerle ve dengesiz hareketleriyle piyasada boy gösterenler nerede, bunlar nerede? Onlar servet, şöhret ve şehvet peşinde iken bunlar sevgi, samimiyet ve hizmet ile insanlığa ışık olma çaba ve gayreti içindedirler.

Kalplerin fethi ile uğraşmak, ülkeler fethiyle uğraşmaktan daha zor ve daha asildir. Bir gönül kazanmak karşısında bir dünya dolusu altının bir zerrecik kadar itibarı olamaz. Hacı Hasan Efendi (ks) bu hususu ifade sadedinde şöyle derlerdi: Dünya bir gölgedir, önüne alırsan ona yetişemezsin. Arkadan alırsan o senin peşinden koşar gelir.

MANEVÎ BABALIK ÜSTÜNDÜR

Yetişkinlik ve olgunluk açısından bilhassa da keramet ve müesseriyet itibariyle hep babası ve üstadı ile kıyaslanmıştır. Babasını geçtiği ve üstadının vekaletine ehliyet kesbettiği kanaat olarak serdedilmiştir. Manevî gücünün ölçüsünü onu tanıyanlar ancak bu tip mukayeselerle ancak ifadelendirebiliyorlardı.

Başka türlüsüne kimse cesaret edemiyordu. Ondaki bu seviye hem ilim ve irfanın, gaye ve hedefinin hem de yetişme ve yetiştirmesinin toptan ortaya konulmasına işaret sayılmış gözüyle görünüyordu. O da onlara olan hürmetini ve minnettarlığını her vesile ile dile getirir asla kendine bir pay ve bir paye çıkarmazdı.

Siz bu işin sorumluluğunun yüklediği ağırlığı ve zorluğu ah bir bilseniz hiç buna heveslenmezsiniz, derlerdi. Manevî babalığı daima üstün tutarlardı. Manevî olan her şeyin maddî olanından öncelikli olduğunun altını çizerler ve dikkatlerin o tarafa doğru çekilmesini isterlerdi.

Böyle olmakla birlikte de asla ruhbaniyete meyil edilmesine de müsaade etmezlerdi.Herkesin iş güç sahibi olması lazım geldiğinin önemi üzerinde dururlardı. Çalışma ve kazanmaya teşvik ederler, tembelliğe ve gevşekliğe geçit vermezlerdi.

DERSLERİNDEKİ İNCELİK

Başta ibadetler olmak üzere İslâm’ın tüm emir ve yasaklarının illet ve hikmetleri konusunda bir hayli malumatı vardı. Yeri ve zamanı geldikçe bunlar üzerinde de dururdu. Özellikle de namazda erkek ve kadınların el kaldırma ve el bağlamalarındaki farklılıkları vs. izah ederler ve dinleyenlerin ibadet ve taatlerinde daha şuurlu olmalarına böylece de bir katkı sağlamış olurlardı.

Şah Veliyullah Dehlevi’nin meşhur kitabı Huccetullah-il Baliğa’daki tarzda açıklamaları onun anlayış kapasitesinin ne kadar yüksek olduğunu göstermesi bakımından ayrıca zikredilmeye değer bulunmaktadır. Neden ve niçinler, hangi ve nasıllar onun sohbetleri arasına serpiştirilmiş olarak sunulurdu.

Dikkatli bir dinleyici velev ki ümmi biri olsa işin mantalitesini ve inceliklerini anlamış ve içselleştirilmiş olarak dersini ikmal ederdi. Zaten âlim ve fazıl olanların dizinin dibinden kalkmak istemeyişlerinin asıl sebeplerinden biri de onun bu ve benzeri ufuk açıcı dersleridir.

SAF VE TEMİZ İSLÂM İNANCI

Önünde tüm insanlık âlemi varmış gibi düşüncelerini söylemekten özel bir haz duyardı. Âlemlerin Rabbinin kulu ve âlemlere rahmet olarak gönderilen son peygamberin ümmeti olduğunun ve İslâm’ın da insanlığın son ve kâmil dini olduğunun bir de kendisinin bir kutb-u cihan olduğunun bilinciyle söz söyler, hal ve hareketlerini ona göre tanzim ederdi.

İslâm’ın büyüklerini insanlığın büyükleri olarak bilir ve görürdü. Onun dağarcığı tamamen saf ve temiz İslâm inancı ve bilgisi ile dolu idi. Yabancı kişi ve kültürler onun nazarında tedavi görmesi gereken bir hasta, tamir edilmesi gereken bir eşya mesabesinde idi. Müslim veya gayr-i müslim herkese kapısını açmasındaki incelikleri buralarda aramak lazımdır.

Mevlana yılı, Yunus Emre yılı vs. adı altında aradan bunca zaman geçmesine rağmen hâlâ onlar insanlığın huzuruna çıkıyor ve hüsn-ü kabul görüyorlarsa hepsinin değişmez doğruların, temiz yaşantının, güzel duygu ve düşünce sahibi olduklarının tesiri vardır.

Günümüzde ve aramızda yaşamış ve aynı yolun son dönem temsilcilerinin içinde mümtaz bir yeri olan Hacı Hasan Efendinin hayatı, fikirleri ve hizmetleri üzerinde ciddi çalışmalar yapılıyor ve yapılacaktır da. İnsanımızın ve insanlığın buna çok ihtiyacı vardır.Söyleyeceklerini bir şekliyle mutlaka söylerlerdi.

Muhataplarının anlama zorluğu çekmesi halinde ise birkaç defa tekrar etmekten çekinmez, bunu önemserdi. Konu anlaşılmadan huzurundan göndermek istemezlerdi. Açık ve gizli soru ve sorunlarına cevap ve çare bulmaktan ötürü onları memnun etmiş olmanın hazzını tarifi mümkün olmayacak şekilde tadarlar ve bunu da en büyük kazanç sayarlardı.

TASARRUFLARI DEVAM EDİYOR

Genelde İslâmî özelde ise tasavvufî problemi olanların müracaat kapısı idiler. Başka tarikat veya başka cemaat gibi bir ayrıma ima yolu ile bile olsa dahi kimse şahit olmamıştır. Hem kendi ve yakın çevresinin hayatından hem de geçmiş ve tarihî şahsiyetlerin hayatından çok misaller vererek geçmişi günümüze bağladıkları gibi ben görmem ama siz görürsünüz diyerek ileride olacak birçok şeyler de gündeminde yer alırdı.

Benim birçok sırrım ölümümden sonra anlaşılacaktır, buyurarak da bu husustaki kararlılığını ve haklılığını dile getirmiş olurlardı. Hayatı boyunca söyleyeceğini söyledi ve yapacağını yaptı. Yapılması gerekenlerin hayru’l halefi olan muhterem mahdumları Hacı Ali Ramazan Efendi ile gerçekleşeceğinden de hiç şüphesi yoktu.

Ona ve onun yanında yer alanlara güveni sonsuzdu. Gözü arkada olarak gitmedi. Gönlü hoş olarak dünyasını değiştirdi. Fakat Allah’ın özel bir lütfu olarak hâlâ tasarruf sahibi olarak mânâ âleminden evlatları ile ilgileniyor. Rüyasında kendisine soru soran birisine dur da Peygamberimize sorup geleyim, demesi zannederim onu ve yolunu anlatmaya yeter de artar bile.
 
Yazar : Hamdi BOYDAK
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder