22 Nisan 2013 Pazartesi

İslama Hakaret Ederek Güldürmeye Çabalayan Karikatürist

Tahsin Kaya
      Türkiye’de belli bir kesim, İslam dininden nefret ediyor. Camilerden rahatsız oluyorlar, türbandan rahatsız oluyorlar, oruç tutulmasından rahatsız oluyorlar, kurban kesilmesinden rahatsız oluyorlar, sakaldan rahatsız oluyorlar, namaz kılanlardan rahatsız oluyorlar, ezandan rahatsız oluyorlar, rahatsızlar yani. Sırf kendileri dinsiz oldukları için başkalarının dini inançlarına hiç tahammül edemiyorlar ama özellikle de Müslümanların. Her fırsatta Müslümanlarla ilgili her konuda saldırma ihtiyacı duyuyorlar. Bütün Müslümanları düşman olarak görüyorlar, Arapmış, Türkmüş hiç fark etmez tüm Müslümanlardan aynı ölçüde nefret ediyorlar. Türban bu insanları çıldırtıyor. Görmeye tahammül bile edemiyorlar. Nedenini kendileri de tam olarak bilemiyor ama kayıtsız şartsız nefret ediyorlar. Dindar kişilerin sahibi olduğunu düşündükleri şirketlerden bile nefret ediyorlar, sermayeyi bile dinci ve dinsiz olarak iki ayrı şekilde algılıyorlar. Belli kelimeler bile onları rahatsız ediyor, "hamdolsun", "elhamdülillah", hatta “selam” kelimesi bile tüylerini diken diken ediyor. Cami sayısından rahatsız oluyorlar, diyanet bütçesinden rahatsız oluyorlar, İslam ile ilgili ne varsa batıyor. Tabi Türkiye’de sayı olarak azınlıkta olmanın getirdiği bir eziklik ile daha bir canhıraş şekilde Müslümanlara saldırıp onları ezmeye çabalıyorlar. Bu insanların İslam ile dertleri nedir acaba? Niye böyle olmuşlar dersiniz?



Tahsin Kaya Diye Bilinen Bu Karikatürist Kimdir..!
Çizimlerini Tek tek Sıralayalım İsterseniz..?





     Ve Son Olarak Haddini Fazlasıyla Aşan 2 Milyar Müslümanın Ortak Noktası Olan Kabemiz ve Sübhaneke Suresi İle Alay Eden Bu Şahıs İşi Daha Ne Kadar İleri Götürecek Acaba..?
     Son Karikatür üzerinde duralım:

     Karikatürist Tahsin Kaya’nın 14 Mart Perşembe günü, Radikalmedya.net adlı internet sitesinde, 1.5 milyar müslümanın kutsal mekanı Kabeyi ve Müslümanları aşağılayan karikatürü yayınlandı. Evveliyatında da, din düşmanlığı ve cinsi sapıklık konularını ihtisas haline getiren karikatürüsün, İslama ve Müslümanları aşağılayan karikatürleri yayınlanmıştı.Ülkemizde yaşayan 75 milyon Müslümanın ve 1.5 milyarlık İslam aleminin kutsal mekanı Kabe’yi aşağılayan Tahsin Kaya’nın bu karikatürü ile ilgili olarak TCK’nın 216.maddesinde belirtilen “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” maddesi gereği, Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıyoruz. Hiç kimsenin bu ülkede halkın dini inancına ve değer verdiği dini mekânları bu şekilde aşağılamaya hakkı yoktur.
      Ortada İslamı ve Müslümanları bağlayan hiçbir şey yokken, görsel sanatlar yoluyla İslama ve Müslümanlara kin dolu bu saldırıyı anlayabilmek mümkün değildir. Zonguldak’ta, 14 yaşındaki M.A.’ya tecavüz ettiği iddiasıyla yargılandığı davada, 21 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan 24 yaşındaki Kısmet K, dansçıdır ve medyada kolundaki dövme izleri, çağdaş görüntüsü ve yaşam tarzıyla tanınmaktadır. Hapse girdikten sonra duruşmaya cezaevinde sakal bırakıp sarık taktığı ve seccade ile cezaevi aracından indiği görüldü. Bu olayın iç yüzünü bilemeyiz, kul ile Allah arasındadır, fakat şu var ki, tecavüz olayının yaşandığı 2009 yılında, bu kişi karikatürde çizilen sakallı, sarıklı görüntüde değildi. Kaldı ki İslam zinayı ve tecavüzü haram etmiş ve şeriat bunu fiili cezası olan bir suç kapsamında saymıştır. Bu olayın İslam ve Müslümanlarla hiç ilgisi yokken, karikatürist Tahsin Kaya olayı tamamen saptırmış ve karikatüründe tecavüzcü bir Müslüman profili çizmiştir. Bu iğrenç karikatürde hakimin kürsüsü olarak ta Müslümanların Kabesi yer almıştır. Kabe birilerinin tepesine çıkıp, kullanacağı bir masamıdır?. Hiç kimsenin karikatürleri ile Allahın mekanına bu şekilde saygısızlık yapmaya hakkı yoktur.İğrenç karikatürde tebareke duası “tebareke sümsük” ifadeleri ile aşağılanmakta ve sanki sarık ve sakal yüzünden sakallı sarıklı bir Müslüman profilinde olan sanığın baretine karar verildiği düşüncesi oluşturulmaya çalışılmaktadır.
      Fakat bu Müslümanlara hakaret edebilmek için tamamen olayı saptırmadır. Sanık berat etmemiş olup, ilk mahkûmiyetinde aldığı 21 yıl 3 ay hapis cezası, sanık avukatının başvurusu üzerine Yargıtayın verilen cezayı yüksek bularak kararı bozmuştur. Yeniden görülen davada sonucunda, 17 yıl 3 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmıştır. Karikatürde saptırıldığı gibi berat olmayıp, Yargıtay tarafından ceza indirimi söz konusudur. Sanık yine karikatürdeki gibi duruşmaya sarıklı girmeyip, başındaki sarığı çıkarmıştır. Kılık kıyafetinden dolayı değil, mahkemedeki sakin ve saygılı tavırlarından dolay hakkında iyi hal indirimi uygulanmıştır.
      İşi gücü yalan dolanlarla dine saldırmak ve dindarı kötü göstermek olan bir takım çevrelerin icraatlarına bu karikatür iyi bir örnektir. Ortada İslamla ilgili hiçbir gerçek yok fakat İslam’a saldırı vardır. İslama ve Müslümanlara yapılan bu saldırıdan dolayı karikatürist Tahsin Kaya’yı derhal Müslümanlardan özür dilemeye davet ediyoruz. Karikatürlerinden dolayı kendilerini ve bu olayın aslını araştırmadan sosyal medyada paylaşıma geçen Atatürkçü çevreleri kınıyoruz. Konuyla ilgili olarak gerek karikatürü çizen gerek paylaşımda bulunan çevrelerle ilgili olarak, TCK 216. kapsamında hukuki işlem başlatmaya davet ediyoruz.
YORUM:
      Neden Bir Kişi Hata Yaptığında Nefsine Uyduğunda Bir Günah işlediğinde Hemen Din Düşmanları Harakete Geçip Butün Bütün Müslümanlara İslamiyete Mal Ediliyor..? 
      Bu malum şahıs neye inanırsa inansın bizim onun inancı ile alay etme gibi bir durumumuz söz konusu değildir. Çünkü bunu bize Rabbimiz yasaklamıştır. 
      "Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir." ﴾En’âm Sûresi 108﴿
      Ama Sizde Bizim Dinimizle 2 Milyar Müslümanın Ortak Değerine Hakaret Edemezsin Git Neyle Güldürürsen Güldür Git O suçu İşleyeni Yerden yere Vur Ama Kaldırıpta Onu Tüm Müslümanlara Mal Etme!!!

      “ALLAH’ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle oturmayın” diye bir hüküm indirmedi mi? Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz. Elbette ALLAH münafıkları ve kafirleri cehennemde biraraya toplayacaktır.” (Nisa: 140) 

       Bu ayette hitap hem zahiren hem batınen mü’min olanlara, hem de zahiren mü’min görünen münafıklaradır. Çünkü münafıklar zahiren de olsa imanı kabul ettikleri için ALLAH (c.c)’nun bütün emirlerine muhataptırlar ve hayatlarında uygulamak zorundadırlar. 

      Bu konuda daha önce indirilen ayet şudur: “Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terket) Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zalimler topluluğuyla oturma.” (En’am: 68) 

      En’am 68 ayeti Mekke müşrikleri hakkında inmiştir. Onlar İslam’la ve Kur’an’la alay ederlerdi. Onlarla beraber oturan bazı zayıf müslümanlar bulunmaktaydı. Bu sebeble ALLAH (c.c) bu eyeti indirerek İslam ve Kur’an’la alay ettikleri zaman müslümanların onlarla beraber oturmayıp hemen onlardan ayrılmalarını emretmiştir.

      Rasulullah (s.a.s) Medine’ye hicret ettikten sonra Medine yahudileri de Mekke müşriklerinin yaptığı gibi İslam’la ve Kur’an’la alay ettiler. Alay ettiklerinde kalpleri iman etmediği halde zahiren iman ettiklerini gösteren münafıklar da onlarla otururlar, karşı gelmeksizin onların sözlerini dinlerlerdi. Bunun üzerine ALLAH (c.c) Nisa: 140 ayetini indirerek genel olarak bütün müslümanlara, kafirler İslam ve Kur’ an’la alay ettikleri zaman karşı gelme durumu söz konusu değilse onlarla oturmamalarını emretti. Karşı gelmeksizin onlarla oturan, onlardan ayrılmayan kişinin her ne kadar müslüman olduğunu iddia etse de onlar gibi kafir olacağını bildirdi.

      Bir müslüman İslam’la ve Kur’an’la alay edilen bir yerde oturuyorsa hemen buna karşı çıkması gerekir. Eğer karşı çıkamıyorsa o ortamı terketmek mecburiyetindedir. Ne karşı gelir ne de o topluluğu terketmezse istediği kadar müslüman olduğunu iddia etse de o topluluk gibi kafir olur. Kalple inkar etmesi veya o topluluğu terketmeden yüzçevirmesi ona bir fayda vermez. Çünkü ALLAH (c.c) bu ayette; “onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle oturmayın.  Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz.” buyurmuştur. ALLAH (c.c) ayetin bu kısmında mü’minlerin dikkatini önemli bir konuya çekerek şöyle buyuruyor: “Ey mü’minler! Karşı gelmeden ve o yeri terketmeden İslam dini ve Kur’an’la alay edilen bir yerde oturursanız aksini iddia etseniz bile bu, ALLAH’ın ayetleriyle ve İslam’la alaya rıza gösterdiğinizi gösterir. Bu yüzden siz de o kafirler gibi olursunuz ve tevbe etmeden ölürseniz cehennemde onlarla beraber haşrolunacaksınız.” 

     Bu ayet gösteriyor ki İslam’la, Kur’an’la ve Rasulullah (s.a.v) ile alay edilmesine rıza gösteren kişi kâfirdir. Çünkü ALLAH (c.c); “Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz” buyurmuştur. Aynı zamanda bu ayet küfre rızanın küfür olduğunu gösterir.
      İmanlı olduğunu söylediği halde karşı gelmeksizin İslam ve ALLAH’ın ayetleriyle alay edilen bir toplulukta oturan kişi ancak bir münafıktır. Bilsin ki ALLAH kendisini cehennemde kafirlerle beraber haşredecektir...

9 Nisan 2013 Salı

Kırk günün önemi nedir?



Sual: Bir çok duanın kırk gün okunması bildiriliyor. Kırk günün önemi nedir?

CEVAP
Kırk sayısı, çoğunluğu bildiren işlerde asgari en büyük sayıdır. Bir duayı çok okumak istenirse, en az kırk kere okumalıdır.
Beş vakit namaz, sünnetleri ile beraber kırk rekattır. Fatiha, beş vakit namazın, her rekatında okunur. Böylece, her gün en az, kırk kere okunur.

Tırnak kesmek, koltuk, kasık temizlemeyi kırk günden fazla geciktirmek günah olur. Müslüman olan akrabayı ziyaret etmeli, kırk günü geçirmemelidir. (S. Ebediyye)

Kırk gün sabah namazının sünneti ile farzı arasında kırk bir kere Fatiha okunur. Besmelenin sonundaki Mimi Fatihanın Lam harfi ile birlikte okunur. [Yani (Rahimilhamdü) denir.] Sonra yapılan dua kabul olur. Suya üfleyip hasta veya büyülenmiş kimseye içirilirse, [eceli gelmemiş olan hasta] şifa bulur ve büyü çözülür. (Tefsir-i Azizi)

Kur’an-ı kerimi kırk günde bir hatmetmek, müstehaptır. (Şir’a)

Kırk sayısı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şu mealdedir:
(Her gece kırk âyet okuyan gafillerden yazılmaz.) [Beyheki]

(Kırk kişi bir cemaattir. Bir ölüye dua ederlerse Allahü teâlâ, o ölüyü affeder.) [Buhari]

(Şirkten uzak kırk mümin, bir müslümanın cenaze namazını kılarsa, Allahü teâlâ, muhakkak o müminlerin dualarını kabul ederek, o ölüyü affeder.) [Müslim, Ebu Davud]

(Kırk gün içinde bir ilim sohbetinde bulunmayan kimsenin kalbi kararır. Büyük günah işlemeye başlar. Çünkü ilim kalbe hayat verir. İlimsiz ibadet olmaz. İlimsiz ibadetin faydası olmaz!) [Hazanet-ür-rivayat, Müjdeci Mek.]

(Bir âlim, bir şehirden gelip geçse, onun ayak basmasının hürmetine, oradaki kabristandan kırk gün azap kaldırılır.) [R.Nasıhin]

(Kırk gün ihlasla İslamiyet’e uyanın kalbini Allahü teâlâ hikmetle doldurur.) [Ebu Nuaym]

(Kırk gün helal yiyenin kalbini Allahü teâlâ nur ile doldurur. Kalbine, nehirler gibi hikmet akıtır. Dünya sevgisini, kalbinden giderir.) [Ebu Nuaym]

(Lohusa kadın kırk gün geçtiği halde, kan devam ederse, artık özürlü sayılır.) [Hakim]

(Kırk gün sabah namazının ilk tekbirine yetişene iki berat yazılır: Cehennemden kurtuluş beratı ile münafıklıktan eminlik beratı.) [Ebu-ş-şeyh]

(İlk tekbire yetişerek, kırk gün cemaatle beş vakit namaz kılana Cennet vacip olur.) [Ebu Ya’la]

(Aldığı gıda maddelerini, pahalanınca satmak için, kırk gün saklayan, hepsini fakirlere parasız dağıtsa, günahını ödeyemez.) [Deylemi]

(Fal baktıran, falcıya inanmasa da, kırk gün namazı kabul olmaz.) [Müslim]

(Bir lokma haram yiyenin, kırk gün duası kabul olmaz.) [Taberani]

(Haktan bâtılı veya hidayetten dalaleti red için, ilimden bir konu öğrenmek niyetiyle evinden çıkan kimse, bir âbidin kırk yıllık ibadeti gibi ecir alır.) [Deylemi]

([Kırklar denilen] Ebdaller kırk kişidir. Bunların bereketi ile düşmana galip gelirsiniz ve beladan kurtulursunuz.) [İbni Asakir]

(Yeryüzünde her zaman kırk [evliya] bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar.) [Taberani]

(Her Peygamber Süleyman aleyhisselamdan kırk yıl önce Cennete girer. Fakir de, zenginlerden, sâlihler de diğerlerinden kırk yıl önce Cennete girer.) [Taberani]

(Hazret-i İsa, yer yüzüne inince kırk yıl yaşayacaktır.) [İ. Ahmed]

(Allah için kırk gün nöbet tutanın, bütün günahları temizlenir.) [Taberani]

(Komşuluk dört taraftan kırk evdir.) [İ. Hibban]

(Allahü teâlânın rızası için, helali ve haramı açıklayan, kırk hadisi ümmetime bildiren, âlim olarak haşr olur.) [Ebu Nuaym] (İslam âlimleri, buna uymak için, (Kırk hadis) ismi ile hadis kitapları yazmışlardır.)

(Allah için hicret edenler, diğerlerinden kırk yıl önce Cennete girer.) [Taberani]

(Bir âmâyı elinden tutup kırk adım götürene Cennet vacip olur.) [Taberani]

(Altın ve gümüşün zekatı kırkta birdir.) [Tirmizi]

(Cenazeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günahı af olur.) [İ.Asakir]

(Bir hasta, la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzâlimin kırk defa okursa, şehit olarak vefat eder. Şifa bulursa, günahları af olur.) (Necat-ül-musalli)

(Kırk yaşını geçtiği halde hayırlı işleri [sevapları], kötü işlerinden [günahlarından] ziyade olmayan kişi, Cehenneme hazırlansın.) [İ.Gazali]

(Kırk yaşına girdiği halde, günahlarına tevbe etmeyenin yüzünü şeytan sıvazlayıp, “Bu artık iflah olmaz” der.) [İ. Gazali]

(Şarap içenin namazı kırk gün kabul olmaz.) [Tirmizi, Nesai]

(Namazı kabul olmaz) demek, namazı boşa gider demek değildir. Namaz borcundan kurtulur, namaz kılmakla kavuşacağı büyük sevaptan mahrum kalır demektir. Namaz kılanın, günahları bırakması kolaylaşır. İçki içen de namaza devam etmelidir.

İmanla ölmek için şu duayı günde kırk kere okumalıdır:
(Ya hayyü ya kayyum ya zelcelali vel ikram, ya la ilahe illa ente.)

8 Nisan 2013 Pazartesi

TC provokasyonu İnci Sözlük’ün işi çıktı !

TC provokasyonu İnci Sözlük’ün işi çıktı !

Resmi kurumlardan TC ibaresinin kaldırılacağı haberi Sosyal medyada geniş yer bulmuştu. Öyle ki, haberi ciddiye alanlar sosyal medyadaki hesaplarının  başına TC yazmaya başladı. Tepkiler üzerine hükümet kanadından Egemen Bağış twitter hesabından açıklama yaptı. “TC İbaresinin ancak Türkiye Cumhuriyeti ile değişebilecegini” dile getiren Bağış,  sosyal medyada fitne çıkarmaya çalışanlara inanılmaması gerektiğini dile getirdi.
Bu arada provokasyonun merkezi de belli oldu. Daha önceden bir çok ahlaksızlığa ve provokasyona da sebep olan inci sözlük adlı web sitesi grubunun yine provokasyonda başı çektiği tespit edildi.
“HİÇBİR SAĞLIK KURULUŞUNDA T.C. TABELASI KALDIRILMADI”
Başka bir gazetecinin, “Sağlık kuruluşlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin kaldırılmasına ilişkin iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorununa ise Müezzinoğlu,
“Bugün için veya ben bakan olduğum dönemde, hiçbir sağlık kuruluşunda, T.C. tabelasında herhangi bir değişim veya kaldırma söz konusu değil. Ama bu anlamda olay nedir diye baktığımızda kanun hükmünde kararname ile Kamu Hastaneler Kurumu ve Halk Sağlığı Kurumu kurulunca bunlar Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın kurumları haline geldiği için kurum tabelaları şekline dönüşmüştür. Dolayısıyla T.C. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’dır; esas bu anlamda temsil. Kurumların başında T.C. ifadesinin olması, Bakanlığın önündedir T.C. ifadesi. Bu 1 yıl önce yapılan kurum değişikliği, Türkiye Kamu Hastaneler Kurumu ve Halk Sağlığı Kurumu. Bunu bugün stratejik olarak birilerinin böyle bir konjonktürde taşıyor olması da, arkasında esasında ciddi bir art niyeti taşır. Çünkü o anlamda bir tabela değişikliğinin fotoğrafının koyanlar altına da tarih koyması lazım. Medyanın bu anlamda etik davrandığını ve medya etiğine uygun bir tavır sergilediğini kamuoyu bilsin.”


Söz konusu siteden bu yazılar kaldırıldı ancak bu provokasyonu baslatan hesabın sahibi böyle bir şey yaptıgını dalga gecercesine anlatırken  buna  inananları da sazanlıkla suçladı.

http://inci.sozlukspot.com/w/tc-sazan-av%C4%B1yla-ilgili-son-a%C3%A7%C4%B1klamam/

GENÇLERE ÖRNEK GÖSTERILEN SAPIK GÖRÜŞLÜ: ALİ ŞERIATİ !



Rasulullah Efendimizin İbn-i Mesud Hadisinde “iyi olan anne karnında iken iyi, kötü olan anne karnında iken kötüdür” şeklindeki hadisine karşı Anne – Baba Biz Suçluyuz kitabında “O Peygamberin karınsal dünya görüşü” diyecek kadar sapıklaşan biridir dersek herhalde başdan kim olduğunu anlatmış oluruz..
Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de malesef ŞİA Mustafa İslamoğlu
Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret eden bir zındık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.
Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR isimli kitabına bakıyoruz. Görelim bakalım, Mustafa İslamoğlu’nun öve öve bitiremediği bu mahlûk, İslâm büyükleri hakkında neler yazmış. Başlıyoruz. Bismillah:
1- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle övülen ve ashabın en büyüğü olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Radıyallahü anhüm) hakkındaki iftiraları şöyle:
“Ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. Tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.”
“Ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. Kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)
Osman… görüş açısı dünya görüşü dar ve zayıf birisidir. Peygamberle yaptığı işbirliği sırasında kimse onun en ufak bir üstün ve fevkalâde iş yaptığını görmemiştir. İslâm’ın öz ruhunu, derinliğini, sınıfsal yönelimini hissedememiştir. İslâm’ı, “şiarlar” ve İslâm rehberini “şiarları yücelten”den başka bir şey olarak niteleyemiyordu. Servet ve süse, kavmine ve kendine düşkünlüğü, büyüklere ve altına, güç ve kan sahiplerine saygıda bulunma, onun ruhunda o kadar güçlüdür ki, onun ahlâkî bağı, İslâm’dan daha çok cahiliyeye yakın ve iç içedir. En büyük tehlike, tehlikeli ve güçlü Beni Ümeyye hanedanına mensup oluşudur. Kuşkusuz O’nun böyle bir ruhsal yapı ve görüş açısıyla, bu uyanık, layık İslâm maskesi takmış güçlü düşmanların elinde bir “sadık uygulayıcı”dan başka bir konumu olmayacaktır. (s: 318)
2- Bir gurup ashabı Hazreti Ali (Radıyallahü anh) aleyhinde olmakla suçlayıp sonra Hazreti Ebûbekir (Radıyallahü anh) Efendimiz’e şöyle dil uzatıyor:
“…bu grupla Ebu Bekir’in cahiliyedeki özel ilişkisi tamamen belirgindir.”
“… Ebu Bekir bu gizli grubun seçkin şahsiyetidir.”
Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) güya arap köleleri serbest bırakmak için şöyle bir tavsiyede bulunmuş:
“Allah bize bir çok acem köle bağışladığı için, arabı köle olarak kullanmak gerekmez.”
Bu iftiradan sonra lafı dolandırarak, Hazreti Ebûbekir Efendimiz’i câhiliyenin eksik terbiyesiyle suçluyor:
“…bunlar gibi düşünce ve duygusundaki birçok zaaf noktaları, İslâm’dan öğrendiği üstün faziletlere karşılık, geçmişteki terbiye etkilerini hatırlatıyor.” (s: 321)
3- Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’a karşı gizli bir grup oluşturulduğunu anlattıktan sonra, bu hareket içinde olanları –ki bunlar başta Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) olmak üzere Aşere-i Mübeşşere’den olan zatlar oluyor- bu grubun tavrını şöyle ifade ediyor:
“Ali’ye karşı beslenen kinler.”
4- Sıra geliyor Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e dil uzatmaya. Güya Peygamberimiz Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’ın üstünlüğünü açıklamayıp susmuş:
“Muhammed’in Ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”
Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i suçlamaya devam ediyor:
“Acaba Muhammed, ….Ali’yi kollamayacak mıdır? …sükutuyla …o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir?”
“…nitekim öyle de oldu. Onu tarihte en kötü adam olarak tanıttılar.” (s: 322)
Bu da tarihe iftira. Tarihte Hz. Ali Efendimiz en kötü adam olarak mı tanıtıldı?
5- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) cennetlik olduğunu müjdelediği zat hakkında kullandığı ifadeye bakın:
Abdürrahman bin Avf …mal severliği süse düşkünlük huylarını, câhiliyeden kendisiyle birlikte taşımaktadır. “Menfaat” ile “hakikat” onun gözünde ayrılmaz bileşik ve birbirinden ayırt edilmez bir olgudur. (s: 323)
6- Meşhur Gadir Hum hadisesini anlatırken, tarihe iftira ediyor: “ashab Ali’ye biat etti” diyor. (s: 323)
Bu yalanı söylemekle farkında olmadan öyle bir açık veriyor ki, demeyin gitsin. Bi kere Gadir Hum hadisesi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) zamanında olmuştur. Peygamberimiz hayattayken Hz. Ali’ye biat edilmesi bahis mevzuu olur mu hiç!
7- Resulüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hastalığı anında sefere çıkmak üzere olan Üsâme ordusundan bahsederken şöyle diyor:
“Ebûbekir ile Ömer sıradan asker idi. Bu mesele onların ağrına gidip, açıkça Üsame’nin komutanlığına itirazda bulundular.” (s: 324)
Bu söz bir acem yalanı olup gerçek tamamen tersidir.Üsâme Hazretleri genç ve tecrübesiz olduğu için başka bir kumandan tayininin daha uygun olacağını söyleyenlere Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh); “Ben, Resûlüllah’ın tayin ettiği kişiyi kumandanlıktan alamam” diye cevap vermiştir. Hatta Hz. Üsâme at üzerinde olduğu halde kendisi yaya olarak onu Hazreti Resûlüllah’in tayin ettiği kumandan olarak uğurlamış, Üsâme (Radıyallahü anh) bundan sıkılıp ata onun binmesini isteyince de; “Allah yolunda birazcık da bizim ayağımız tozlansa ne olur” diye cevap vermiştir.
8- Vefatından önce herkese hakkını vermek isteyen Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediğini yazıyor:
“Ey halk, kimin sırtına kırbaç vurmuşsam… kime küfür etmişsem…” (s: 329)
Hâşâ, Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i başkalarına küfür eden biri olarak gösteriyor.
9- Hazreti Ömer’in, Ashâb-ı kiramın diğerleri gibi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolunda canını feda etmekten çekinmeyeceğini bütün müslümanlar bilir. Ama Ali Şeriatî, Peygamberimiz’in ömrünün son saatlerinde bir şeyler yazmak istemesi üzerine, Hz. Ömer’in Peygamberimiz hakkında şöyle söylediği iftirasını yapıyor: “Bu adam savsaklıyor.” (s: 333)
10- Bütün tarihlerin yazdıklarına göre, Peygamberimiz, başı Hz. Aişe validemiz’in göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etmiştir. Şeriatî ise tarihe yalan bir not düşerek bu son hali şöyle anlatıyor:
“Ali, Muhammed’in başını göğsü üzerine aldı.” (s: 336)
Görüldüğü gibi, kitap boyunca Hazret kelimesini kullanmamakta ısrar ediyor.

Değerli okuyucular! Ali Şeriatî’nin bir de Hac isimli kitabı var. Bir de ona göz atalım.
Kitap, Ejder Okumuş tarafından tercüme edilmiş. Elimizdeki 2. baskı Şûrâ Yayınları’na ait. Nisan 2001…
4. sahifede “Yayıncının Notu” olarak şu cümleler göze çarpıyor:
“Bu kitap, Şehid Ali Şeriatî’nin bizzat gözden geçirip ilâveler yaptığı ve “Öğretmen Şehid Dr. Ali Şeriatî’nin Eserlerini Derleme Bürosu”nun külliyat arasında yayımladığı Farsça son Hacc baskısının tam çevirisidir.”
Demek ki neymiş? Ali Şeriatî bu kitabı bizzat kendisi gözden geçirmiş. Aşağıda madde madde verilecek bilgileri lütfen bunu bilerek değerlendiriniz.
1- Daha başta zehirini kusuyor. Diyor ki: “Ve yine biz, aynı yöntemle, İslâm mezhepleri arasında bir mukayese yapsak, İslâm dâhilinde bulunan Şia’yı, dinler arasında İslâm’ı nasıl görüyorsak öyle görürüz.” (s: 8)
2- Şeriatî’nin, Hac hakkındaki şu ifadesine bilhassa dikkat: “Ve Hacc: Müslümanlar arasında her yıl tekrar edilen en çirkin, en mantıksız eylem!” (s: 9)
Bu söz üzerine biz de diyoruz ki, bu sözün sahibi en alçak en rezil insan…
3- Müslümanları şöyle suçluyor: “Kur’an’ı yok edememiş kapatmışlardır. “Kitab”ı “teberrük edici şey” haline getirmişlerdir.” (s:11)
Açıkça, müslümanları Kur’an’ı yok etmek için uğraşmakla suçluyor. Teberrük/bereketlenmek kötü bir şeymiş gibi, Kur’an’ı teberrük edilen şey haline getirmekle suçluyor.
4- Bakın hacda tavaf eden Müslümanlara nasıl hakaret ediyor:
“Yemenliler, saçları perişan ve pis, gözleri çökmüş, bellerine ip bağlamışlar, her biri mezardan çıkmış tıpkı bir hortlak gibi. Ve siyahlar; iri, uzun boylu ve kazık gibi, dudaklarını köpük bürümüş…” (s: 71)
Bu sözler, bir Müslümanın din kardeşleri hakkında söyleyeceği sözler olamaz. Onların görüntüleri böyle olsa bile bu ifadeler kullanılamaz. Öbür taraftan hacda, kötülükler görülmez, gizlenir, iyilikler anlatılır.
5- İmanî bakımdan uygun olmayan öyle benzetmeleri var ki, aşağıda da göreceğiniz gibi, bu teşbihlerin her biri en hafifinden insanın imanını sarsar. Yazının fazla uzamaması için bunları kısa değerlendirmelerle verelim:
a- Hacer Vâlidemiz’den câriye diye bahsederek şöyle diyor: “Allah, Afrikalı siyah bir câriyenin evinde.” (s:49) Allah, -hâşâ- Hz. Hacer’in evindeymiş.
b) “Allah, dünyanın kalbi, varlığın mihveridir.” (s:50) Allah –hâşâ- dünyanın kalbiymiş.
c) “Allah ve insanlar/topluluk bir cihette, bir saftalar.” (s:50) Allah –hâşâ- insanlarla aynı saftaymış.
d) “Allah’ın çevresinde tavaf yapıyorsun.” (s: 54) Kâbe’ye Allah diyor. Hâşâ! Tavaf Allah’ın çevresinde yapılıyormuş.
e) “Vay be! Bu tevhid …seni Allah’la diz dize oturtuyor. …Allah’ın benzeri olarak görüyor. “ (s:56) Allah’la diz dize oturmak, Allah’ın benzeri olmak… Bu benzetmelerin insanı ne hale getireceği ehlince malum.
f) “İlâhî özün, içinde, Allah’ın ruhu girdaptan doğup başını kaldırıyor. Nereden? Allah’ın elinin sağ elinin altından.” (s: 59)
Altı çizili yerlere dikkat. g) “.. sa’y et. Fakat çember çizerek değil, çembersel çaba, değirmen eşeğinin sa’yi gibidir, kısır döngüdür, sonuçta başa dönersin. Böyle bir şey, “abes”, “anlamsız”, içi boş daire, içeriksiz, hedefsiz: Tıpkı sıfır gibi.” (s: 67)
Sa’y ile tavafı karıştırıyor. Sa’y istense de zaten çembersel yapılamaz. Değirmen eşeğinin sa’yi gibi diye bir benzetme yapanın kendisi eşekten aşağı olmaz mı!
Kâbe’nin etrafında yapılan tavafı da sıfır olarak görüyor.
h) “Ey insan! “Allah’ın ruhu”! (s:80) Burada insana, “Allah’ın ruhu!” diye hitap ediyor.
i) “Ey hacı, yolun sonunda Allah seni beklemekte…” (s: 91) Bu söz de sâfî küfrî bir benzetme…
j) Müzdelife’den Mina’ya hareket edecek hacıları, yıkılmaz bir duvara benzettikten sonra şöyle diyor: “Bu çelik duvarı dünyada yıkabilecek hiçbir güç yoktur. İbrahim ve Muhammed dahi yıkamaz.” (s: 106)
Görüyor musunuz hâinliği!.. Böyle bir duvarı yıkmayı hedeflese hedeflese ancak kâfirler hedefler. İbrahim (Aleyhisselâm) ile Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i bu çelik duvarı yıkmak istiyor gibi gösteriyor. Bu çelik duvarı yıkma cürmünü Hz. İbrahim’e ve Peygamberimiz’e yüklemek ise, olsa olsa imansızlık alâmetidir.
k) “Ki sen, tek bir “varlık”sın: Kendi “mahiyet”ini kendin yaratmalısın.” (s: 112) Allah’a ait olan yaratmak kelimesini insana izafe ediyor.
l) “Savaş İbrahim’in içinde, Allah’la İsmail arasında savaş.” (s: 119) Eh, bu artık sapıklığın dik âlâsıdır.
m) “Hâtemül Enbiya dahi kendini korumasaydı sarsılabilir düşebilir, yaptıklarını heba edebilirdi. O bile şirkten masum değildir!” (s: 129)
Değerli okuyucular. Peygamberler hakkında bu ifade kullanılamaz. Çünkü peygamberler Allah tarafından korunmakta olup şirke düşmek şöyle dursun sıradan günah işlemekten bile uzaktırlar. Böyle sözler, ancak imansız ağızlardan çıkar.
6- Ali Şeriatî’nin cahilliklerine gelince:
a) Haccın başlangıcını zilhiccenin 9. günü olarak anlatıyor. (s: 79)
Halbuki hac, Zilhiccenin 8. günü başlar.
b) “Âdem doğduğu zaman” (s: 84) diyor
Hazreti Âdem doğmamış, topraktan yaratılmıştır… c) “Hacta ilk hareket Arafat’tan başlar” (s: 86) diyor.
Yanlıştır. Hac Mina’dan başlar.
d) Şeytan taşlamak için toplanacak taşları şöyle tarif ediyor: “Cevizden daha küçük, fıstıktan daha büyük” (s: 101)
Yanlıştır. Doğrusu şöyle: Nohuttan büyük, fındıktan küçük.
Milyonlarca hacı cevizden küçük taşlar toplasa Mina’da taş dağı meydana gelir.
f) “Demek Allah için insan kurban etmek yasak oluyordu. Oysa geçmişte bu, yaygın bir dinî gelenek ve ibadetti.” (s: 135)
Dinî gelenek derken hak dini kastetmektedir. Oysa hak dinde insan kurban etmek gibi bir gelenek ve ibadet yoktur.
g) “Şimdi her şey sona erdi. Nerede? Mina’da!” (s: 146)
Yanlış. Hac Mina’da bitmez. Çünkü daha ziyaret tavafı yapılacaktır.
h) “Bugün Zilhiccenin onu. Kurban Bayramı, Hacc sona erdi.” (s: 146)
Yanlıştır. Taşlama devam etmektedir.
i) “Bu üç günde (bayramın üç günü) Mina bölgesinden dışarı çıkmak yasak! Ka’be’yi tavaf için bile geceleyin dışarı çıkmaya hakkın yok.” (s: 147)
Bu da ancak zır câhillerin düşeceği bir yanlış. Böyle bir yasak yok.
7- Şeriatî’nin Hac kitabında bazı mübârek isimler geçiyor.
Meselâ:  Harun kelimesi 1 defa,
Peygamber kelimesi (Peygamberimiz kastedilerek) 3 defa,
Musa kelimesi 4 defa,
Ali kelimesi 5 defa,
Hüseyin kelimesi 6,
Hacer kelimesi 9 defa,
Muhammed kelimesi 10 defa,
Âdem kelimesi 21 defa,
İsmail kelimesi 90 defa,
İbrahim kelimesi 131 defa geçmektedir.
Buna rağmen hiç birini “Hazret” kelimesiyle anmıyor. Hiç birinde “Hazret” kelimesi veya “Aleyhisselâm” da yok…

En Üstte bahsettiğim Hadisin kaynağı ve aslı
KADERLE MÜSLİM’İN AMEL BABINDA
ـ4835 ـ5ـ وعن عامر بْنِ واثلة قال: ]سَمِعْتُ عَبْدَاللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ يَقُولُ: الشَّقِىُّ في بَطْنِ أُمِّهِ، وَالسَّعِيدُ مَنْ وُعِظَ بِغَيْرِهِ. فَأتَى رَجًُ مِنْ أصْحَابِ النَّبِىِّ # يُقَالُ لَهُ حُذَيْفَةُ: فَحَدَّثَهُ بِقَوْلِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ. فقَالَ: كَيْفَ شَقِىَ رَجُلٌ بِغَيْرِ عَمَلٍ؟ قَالَ: أتَعْجَبُ مِنْ ذلِكَ؟ فإنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ # يَقُولُ: إذَا مَرَّ بِالنُّطْفَةِ ثِنْتَانِ وَأرْبَعُونَ لَيْلَةً بَعَثَ اللَّهُ إلَيْهَا مَلَكاً فَصَوَّرَهَا وَخَلَقَ سَمْعَهَا وَبَصَرَهَا وجِلْدَهَا وَلَحْمَهَا وَعِظَامَهَا. ثُمَّ قَالَ: يَا رَبِّ أذَكَرٌ أمْ أُنْثىَ؟ فَيَقْضِى رَبُّكَ مَا شَاءَ، وَيَكْتُبُ الْمَلَكُ. ثُمَّ يَقُولُ: يَا رَبِّ أجَلُهُ فَيَقْضِي رَبُّكَ مَا شَاءَ، وَيَكْتُبُ الْمَلَكُ ثُمَّ يَقُولُ: يَا رَبِّ رِزْقُهُ فَيَقْضِي رَبُّكَ مَا شاءَ، وَيَكْتُبُ الْمَلَكُ. ثُمَّ يَخْرُجُ الْمَلَكُ بِالصَّحِيفَةِ في يَدِهِ فََ يَزِيدُ عَلى ذلِكَ شَيْئاً وََ يَنْقُصُ[. أخرجه مسلم
.5. (4835)- Amr İbnu Vasıla anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'u dinledim. Demişti ki: "Şakî, annesinin karnında iken şakî olandır. Said de başkasından ibret alandır." (Bunu işittikten sonra) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından Huzeyfe denen zata uğradı ve İbnu Mes'ud'un söylediğini anlattı ve sordu:
"Kişi amelsiz nasıl şakî olur?" Huzeyfe (radıyallahu anh):
"Buna hayret mi ediyorsun? Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"Nutfenin (rahme düşmesinden sonra) kırk iki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir (ve onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır. Sonra melek sorar:
"Ey Rabim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra sorar:
"Ey Rabbim! Eceli nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Tekrar sorar:
"Ey Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra melek elinde sahife olduğu halde çıkar. Artık buna ne bir şey ilave eder ne de eksiltir."
[Müslim, Kader 3, (2645).]

_________________________
Dr. Ali Eren Hocaefendi

1 Nisan 2013 Pazartesi

İnsan Resmi Çizmek Neden Caiz Değildir?


         İslam dini her konuya dair, bir bakış açısı ortaya koyup her hususta görüş ve düşünceyi yansıttığı gibi resimle ilgili olarak da bir bakış açısı belirtmiştir.

İnsan Resmi Çizmek Neden Caiz Değildir?         Allah’ın birliği inancına dayanan İslam dini, bu inancı korumak için son derece titizlik gösterir. Akla ve kalbe, gizli ve açık bir şekilde girebilecek her tür şirk ve putperestlik yolunu kapatır. Onun için de, resim konusunda hassas davranır. Çünkü çoğunlukla, sevilen kimselerin hatıralarını devam ettirmek gibi bir niyetle başlayan resim ve heykel işi, sonunda Allah’a şirk koşmaya, resmi ve heykeli yapılan kimseleri yüceltmeye varır. Onun için İslam bu kapıyı kapatmıştır.
         Hz. Peygamber(s.a.s) İslamın ilk döneminde, ne suretle olursa olsun, resimli eşya kullanılmasını yasakladı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s) şirkle mücadele halindeydi; insanları putlara, heykellere, resimlere ibadetten uzaklaştırıyordu. Nitekim resim ve heykeli şiddetle yasaklayan hadisler bu dönemde söylenmiştir.
“Her kim bir canlı resmi yaparsa Allah ona o resme can verinceye kadar azab eder. Ressam resmine katiyyen ruh veremez ve ebediyen azab olunur” (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI, s. 533).
“Şu resimleri yapanlar yok mu? İşte onlar, kıyamet gününde, haydi yaptığınız resimlere can veriniz, diye azab olunacaklardır” (Tecrid, XII, 116).
         İslamın kuvvetlenip güçlenmesiyle tazim ifade etmeyen resimlerin yapılmasına müsaade olunmuştur. Nitekim İslam bilginlerinin çoğu, manzara resimlerinin, yarım(Mesela belden yukarı) insan ve diğer ruh taşıyan hayvanların resimlerinin yapılmasında ve kullanılmasında bir sakınca görmemişlerdir. Yalnız tam insan ve ruh taşıyan hayvan resimleri hakkında alimlerden bir kısmı, tazim olmaksızın kullanmayı kerahetle caiz görmüş, bir kısmı da görmemiştir.
         İslam dini semavi bir din olup insanın dünya ve ahiretini imar etmek için nazil olmuştur. Getirdiği hükümlerin herkesin akıl ve zevkine uyması da mümkün değildir. Çünkü simalar birbirine uymadığı gibi akıl ve huylar da birbirine uymazlar. Akıl ve mantıki veren Allah Teala, insan için hangi hüküm daha uygun, hangi nizam daha güzel ise onu biliyor ve onu indiriyor.
         Bunun için emir, nehiy, haram ve helal ile ilgili olan ilahi kanun ve nizamların bazılarına aklımız ermezse de tümüne inanıp hikmetini araştırmamız gerekir. Araştırma yapmadan inkar etmek küfre götürür. Bunun için şu veya bu niye haram olsun? Aklıma yatmıyor, demek büyük bir vebaldir. Birçok kimse heykel ve resim haram oluşundan söz edildiği zaman hoşlanmıyor, “heykel bir sanattır. Neden haram olsun?” deyip İslam’ın hükmünü tereddütsüz reddediyor.
         Müzelerde bulunan heykeller üzerine araştırma yapıldığı zaman cahiliyet devrinde, bu husus Roma ve Bizans devletlerinin hüküm sürdükleri zamanlarda insanların birçokları heykel ve resimlere büyük itina göstererek tapındıkları putperestlik girdabına girdikleri görülecektir. İnsanı yeryüzüne Halife olarak tayin eden Allah Teala, taştan ve ağaçtan kendi eliyle yaptığı heykel ve resimlere yaptığı ibadetten onu kurtarıp layık olduğu makama çıkarmak için canlı mahlukların her türlü heykel ve resimlerini yasakladı.

Gel!

        Eyyühel müslimîn, Ey Müslümanlar, bu gidiş nereye? Bu yol çıkmaz sokak, dönün geriye.Yol vara Mevlâ’ya (cc). Safa Tepesi’nde Allah’ın Resûlü (sav), cümlemize sesleniyor; “Ben size, önünüzde gelecek büyük bir azabın bildiricisiyim.” Yüce Allah, bana, ‘En yakın akrabalarını âhiret azabıyla korkut’ emrini verdi. Sizi ‘Allah bir, O’ndan başka İlâh yok’ demeye davet ediyorum.”Ben de O’nun kulu ve Resûlü’yüm. Eğer, dediklerimi kabul ederseniz, Cennete gideceğinizi taahhüd ve tekeffül edebilirim. Şunu da bilin ki; siz ‘Allah bir, O’ndan başka ilâh yok’  demedikçe, size ben ne dünyada, ne de âhirette bir faide temin edemem.”

        Risalete başladığı zaman söylediği sözü, âhirete göçerken de tekrarladı. “Size iki esas bırakıyorum.Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab’ı ve Resûlü’nün sünneti.” Önüne bir konu geldiği zaman Ya Muaz (ra) “nasıl hükmedeceksin” “Allah’ın Kitabı, Rasûlullah’ın sünneti ve bunlarda bulamazsa ictihadı ile hüküm vereceğini” söylemiştir. Rasûlullah da onun cevabı üzerine: “Rasûlü’nün elçisini peygamberinin razı olduğu şekilde muvaffak kılan Allah’a hamd olsun” buyurmuştur.

        Bence ve senceler yorar bizi. “Ey îman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiblerine de itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah’a ve peygambere döndürün, eğer Allah ve âhiret gününe inanıyorsanız.Bu, hem hayırlı, hem netice i’tibâriyle daha güzeldir.” (Nisa 59.)

        Bakış açısı çok mühim. Mevlana (ks), “İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir. Baş gözü, dâima bedeni görür; can gözüyse, hünerli canı. Göz sağlam oldu mu aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil de fer’i görür ancak. Bir bakış vardır, iki fersahlık yolu görür; bir bakış vardır iki âlemi de görür, padişahın yüzünü de.” Şaşı gözler bile ameliyatla düzelir. Kur’ân-ı Kerim hastanesinde tabib olan mürşid-i kâmilin tedavisiyle, sağlam bakar gözler.

        İnsanoğlunun başından geçmesi muhtemel bütün hadiseler geçer Kitab-ı Kerîm’de. Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri mahiyetinde olan Hadîs-i Şerif’ler istikamet tayin eder bize. Yıldızlara benzetilen Ashâb-ı güzîn ve Salihler aydınlatır gecemizi. Işık alıp ışık saçanlara ne mutlu. “Alimlere uyunuz. Zira onlar dünyanın (doğru yolu gösteren) ışıkları, âhiretin kandilleridir.” (Hadis-i Şerif)

        Fırtınalı havada boğulmamak için deryada gelin binelim gemiye. “Ehl-i Beyt’imin örneği Nuh’un gemisinin misali gibidir. Her kim ona binerse kurtulur ve her kim de ondan geri kalırsa suya gark olur.” Hadîs-i Şerif’inin izahında, zamanın kutubları da aynı mesabededir der müellif, kitabının şerhinde. (Feyzu’l-Kadir, c.2, s.519.)

Gelin! Hep beraber çıkalım sâhil-i selâmete.
Yazar : Ali Ramazan Dinç Efendi Hazretleri (K.s)