Soru: Neden merhametli Rabbimiz bizden küçücük evlatlarımızı alıyor bizim terbiyemize bırakmıyor?
Cevap
Sizin sualinize 25. Lemanın zeylinde geçen Çocuk Taziyenamesi tam cevap veriyor. Aşağıya aynen alıyoruz:
Yirmibeşinci Lem‘a’nın Zeyli Onyedinci Mektup Çocuk Ta‘ziyenâmesi
Makam münâsebetiyle buraya alınmıştır.
Azîz âhiret kardeşim Hâfız Hâlid Efendi! Kardeşim, senin çocuğunun vefatı, benimüteessir etti. Fakat اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ kazâya rızâ, kadere teslîm, İslâmiyetin bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemîl versin. Merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefâatçi yapsın. Size ve sizin gibi müttakîlere büyük bir müjde ve hakîkî bir teselli gösterecek beş noktayı beyân ederiz.
Yirmibeşinci Lem‘a’nın Zeyli Onyedinci Mektup Çocuk Ta‘ziyenâmesi
Makam münâsebetiyle buraya alınmıştır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَئٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ { وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَ { اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ قَالُوٓا اِنَّا لِلّٰهِ
وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَئٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ { وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَ { اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ قَالُوٓا اِنَّا لِلّٰهِ
وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
Azîz âhiret kardeşim Hâfız Hâlid Efendi! Kardeşim, senin çocuğunun vefatı, benimüteessir etti. Fakat اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ kazâya rızâ, kadere teslîm, İslâmiyetin bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemîl versin. Merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefâatçi yapsın. Size ve sizin gibi müttakîlere büyük bir müjde ve hakîkî bir teselli gösterecek beş noktayı beyân ederiz.
Birinci Nokta: Kur’ân-ı Hakîm’de وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ
beşâretinin sırrı ve meâli şudur ki, mü’minlerin kablelbülûğ vefat
eden evlâdları, cennette, cennete lâyık bir sûrette ebedî, sevimli,
dâimî çocuk kalacaklarını; ve cennete giden peder ve vâlidelerinin
kucaklarında ebedî medâr-ı sürûrları olacaklarını; ve çocuk sevmek ve
evlâd okşamak gibi en latîf bir zevki, ebeveynlerine te’mîne medâr
olacaklarını; ve herbir lezzetli şeyin cennette bulunduğunu; ve cennet
tenâsül yeri olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığını
diyenlerin, hükümleri hakîkat olmadığını; hem dünyada on senelik kısa
bir zamanda teellümâtla karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel,
sâfî ve elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını
kazanmak, ehl-i îmânın en büyük bir medâr-ı saadeti olduğunu şu âyet-i
kerîme وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.
İkinci Nokta: Bir zaman bir zât, bir
zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O bîçâre
mahbûs, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatini te’mîn
edemediği için, onun zahmetiyle müteellimoluyordu. Sonra merhametkâr
hâkim ona bir adam gönderir, der ki, “Şu çocuk çendân senin evlâdındır,
fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda
beslettireceğim.” O adam ağlar, sızlar; “Benim medâr-ı tesellim olan
evlâdımı vermeyeceğim” der. Ona arkadaşları derler ki, “Senin
teessürâtın ma‘nâsızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves,
ufûnetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı ve saadetli bir saraya
gidecek. Eğer sen, nefsin için müteessir oluyorsan ve menfaatini
arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şübheli bir menfaatinle
beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer
oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünki padişahın merhametini celbe
sebeb olur, sana şefâatçi hükmüne geçer. Padişah, onu seninle
görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana
göndermeyecek, belki seni zindandan çıkaracak, o saraya celbedecek,
çocukla görüştürecek. Şu şart ile ki, padişaha emniyetin ve itâatin
varsa.” İşte bu temsîl gibi, azîz kardeşim, senin gibi mü’minlerin
evlâdları vefat ettikleri vakit, şöyle düşünmeli ki, şu çocuk ma‘sûmdur,
onun Hâlik’ı dahi Rahîm’dir, Kerîm’dir. Benim nâkıs terbiyeme ve
şefkatime bedel, gāyet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın
elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü’l-Firdevs’ine
gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsa idi, kim bilir ne şekle
girerdi. Onun için ben ona acımıyorum, onu bahtiyar biliyorum. Kaldı
kendi nefsime âit menfaati için, kendime dahi acımıyorum, müteellim ve
müteessir de olmuyorum. Çünki dünyada kalsa idi, on senelik muvakkat
elemle karışık bir evlâd muhabbeti te’mîn edecekti. Eğer sâlih olsaydı,
dünya işinde muktedir olsa idi, belki bana yardım edecekti. Fakat
vefatıyla, ebedî cennette on milyon sene, bana evlâd muhabbetine medâr
ve saadet-i ebediyeye vesîle ve bir şefâatçi hükmüne geçer. Elbette ve
elbette meşkûk ve muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin
menfaati kazanan, elîm teessürât göstermez ve me’yûsâne feryâd etmez.
Üçüncü Nokta: Vefat eden çocuk, bir
Hâlik-ı Rahîm’in mahlûku, memlûkü, abdi ve bütün hey’etiyle onun masnûu
ve ona âit olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki; muvakkaten
ebeveyninin nezâretineverilmiş. Peder ve vâlideyi ona hizmetkâr etmiş.
Ebeveyninin o hizmetlerine mukābil,muaccel bir ücret olarak lezzetli bir
şefkat vermiş. Şimdi bin hisseden dokuz yüz doksan dokuz hisse sâhibi
olan o Hâlik-ı Rahîm, muktezâ-yı rahmet ve hikmet olarak o çocuğu senin
elinden alsa, hizmetine hâtime verse; sûrî bir hisse ile, hakîkî bin
hisse sâhibine karşışekvâyı andıracak bir tarzda me’yûsâne hüzün ve
feryâd etmek, ehl-i îmâna yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalâlete
yakışır.
Dördüncü Nokta: Eğer dünya ebedî olsa
idi, insan içinde ebedî kalsa idi ve firâk, ebedî olsa idi; elîmâne
teessürâtın ve me’yûsâne teellümâtın bir ma‘nâsı olurdu. Fakat madem
dünya bir misâfirhânedir; vefat eden çocuk nereye gitmiş ise, siz de,
biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsûs değil, umûmî bir
caddedir. Hem madem mufârakat dahi ebedî değildir; ileride hem berzahta,
hem cennette görüşülecektir. اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ demeli. “O verdi, o aldı. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰي كُلِّ حَالٍ ” deyip sabır ile şükretmeli.
Beşinci Nokta: Rahmet-i İlâhiyenin en latîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksîr-i nûrânîdir.
Aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk’a vusûle
vesîle olur. Nasıl aşk-ı mecâzî ve aşk-ı dünyevî,pek çok müşkilâtla
aşk-ı hakîkîye inkılâb eder, Cenâb-ı Hakk’ı bulur. Öyle de şefkat, fakat
müşkilâtsız daha kısa, daha sâfî bir tarzda kalbi Cenâb-ı Hakk’a
rabteder. Gerek peder ve gerek vâlide, veledini bütün dünya gibi
severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakîkî ehl-i
îmân ise; dünyadan yüzünü çevirir, Mün‘im-i Hakîkî’yi bulur. Der ki:
“Dünya madem fânîdir, alâka-i kalbe değmiyor.” Veledi nereye gitmiş ise
oraya karşıbir alâka peydâ eder, büyük ma‘nevî bir hâl kazanır. Ehl-i
gaflet ve dalâlet, şu beş hakîkatteki saadetten ve müjdeden
mahrumdurlar. Onların hâli ne kadar elîm olduğunu şununla kıyâs ediniz
ki, gāyet sevdiği sevimli tek bir çocuğunu sekerâtta görüp, dünyada
tevehhüm-ü ebediyet hükmünce gaflet ve dalâlet neticesinde, mevti adem
ve firâkı ebedîtasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin
toprağını düşünüp gaflet ve dalâletcihetiyle, Erhamürrâhimîn’in cennet-i
rahmetini, firdevs-i ni‘metini düşünmediğinden, ne kadar me’yûsâne bir
hüzün ve elem çektiğini kıyâs edebilirsin. Fakat vesîle-i saadet-i
dâreyn olan îmân ve İslâmiyet, mü’mine der ki: “Şu sekerâtta olan
çocuğun Hâlik-ı Rahîm’i, onu bu pis dünyadan çıkarıp cennetine
götürecek. Hem sana şefâatçi yapacak, hem ebedî bir evlâd yapacak.
Mufârakat muvakkattir, merak etme; اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ de, اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de sabret."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder