GÜNAHLARLA İÇ İÇE bir hayatı vardı. İbadete de pek yanaşmıyordu.
Bir gün, bir hocaefendi ile bir araya geldiler.Sohbet esnasında “Hocam” dedi, “Ben kaderin mahkûmuyum. İstiyorum,
ama namaz kılamıyorum. Benim kaderimde namaz kılmamak varmış.”
Hocaefendi latifeyi seven biriydi. Dedi: “Sen benim yıllardır arayıp
da bulamadığım kimsesin. Demek kaderi okuyabiliyorsun. Söyle, benim
kaderimde ne var?” Adam şaşırıp kalmış, diyecek bir şey bulamamıştı.
Hoca, devam etti: “Bak şurada çeşme var. Kollarını sıva, abdest al, ardından şurada iki
rekât namaz kıl, bak o zaman kaderin nasıl değişecek. Kaderinde namaz
kılmak olacak.”
Nedense kader daha çok günahlarda kullanılıyor. Öğrenciler zayıf
aldıklarında, “Hoca verdi” demeleri gibi, günahlara dalan kimseler bunu
kaderin zorlaması zannediyor.
Hz. Ömer zamanında birisi hırsızlık yapar ve yakalanır. Kendisine had
cezası uygulanacaktır. Adam can havliyle, “Ya Ömer, ben ne
yapabilirdim? Bu benim kaderimmiş” der.
Hz.Ömer, had cezasını uygulattığı gibi, ayrıca sopa cezası da verir. “Bu da,” der, “Allah’a iftira ettiği için.”
Sözgelimi bir güneş veya bir elma ağacı için böyle bir hürriyet
yoktur. Güneş gerçekten kaderin mahkûmudur, kendisine belirlenen
yörüngede yol almaya mecburdur. Elma ağacı, elma vermeye mecburdur.
Ama insanın önünde tek yol değil, çok yollar vardır. Tek tercih değil,
çok tercihler vardır.
İnsan, isterse iman eder, isterse küfrü seçer. İsterse
şükreder, isterse nankörlük yapar. İsterse itaat eder, isterse isyan
eder.
Kişi, bir robot değildir. Kişi, rüzgârın önünde savrulan bir yaprak
değildir. Eli, kolu bağlanıp denize atılmış, kendisine, “Haydi, yüz
bakalım!” denilmiş de değildir. Böyle olunca o mesuldür. Çünkü o,
imtihan edilmektedir.
Yazar: Doç. Dr. Şadi Eren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder