28 Haziran 2013 Cuma

PASİF DEĞİL, AKTİF MÜSLÜMAN OLMALI!

İslâm, yalnızca iyi insan yetiştirmez. O, iyiliği kendinde kalan pasif iyileri istemez.
İslâm’ın istediği, iyiliği başkalarına yansıyan aktif iyiler olmamızdır. 

Çünkü İslâm, sadece kendini kurtarmayı düşünen bencil bireylerden razı değildir. Elbette bunun için önce bireyin ilmî ve amelî yönden donanımlı olması gerekir. 

Kendini kurtaramayan kimsenin, başkalarını kurtarmaya kalkması hem yanlıştır, hem de bu girişim başarısız olacaktır. Elbette kişi, önce kendini kurtaracak, kendini yetiştirip geliştirecektir; ama bununla kalmayacak, birikimlerini başkalarına taşıyacaktır.

Bir hadislerinde Peygamberimiz (sav),
Mü’min, cennete girene kadar hayır dinlemeye/ hayır işlemeye doymaz(1) buyurur. 

Aslında bu cümle, müslümanın hayra doyumsuz kimse olması gerektiğinin nebevî ifadesidir. 
Evet, Müslüman beşikten mezara kadar ilim öğrenme yolunda cennete doğru ilerleyecektir. Onun asıl hedefi/ aksa’l-gayesi, Yüce Allah’ın Rızasını kazanıp cennete girmek olmalıdır. Zaten ilim yoluna girmiş olan bir kimse cennet yoluna girmiş demektir. Bu yüzden mü’min, sürekli bilgilenen, sürekli ilmini eyleme dönüştüren ve bu şekilde Rabbin katında değerini artırmaya gayret eden kimsedir.

Bir hadislerinde Peygamberimiz(sav) şöyle buyurur:
"Güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir. Elbette her mü’minde
bir hayır vardır. Sen, sana fayda verecek şeyin ardına düş…"(2)

Hadis bize hedef göstermektedir. Buna göre Müslüman güçlü olmak için gayret etmelidir. 
Hangi konularda? Elbette her konuda. 

Gerçek mü’min, ilmî bakımdan güçlü olmalı. 
İmanî bakımdan güçlü olmalı. 
Amelî bakımdan güçlü olmalı. 
Fizikî bakımdan güçlü olmalı. 
Malî bakımdan güçlü olmalı. 
Kısaca güçlendirebileceği ve güzelleştirebileceği her şeyini geliştirmeye, güçlendirmeye gayret etmelidir.


Buna göre hadisi şöyle de okuyabiliriz:

İlmî bakımdan güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.


İslâm, ilim dînîdir. “Oku” emri ile başlamış ve çok yönlü bir okuma ile ilimce değer kazanmayı en büyük hedef olarak göstermiştir. 
De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?(3)

Rabbimizin öncelikle Peygamberimiz’e (sav), O’nun şahsında hepimize emrettiği bir duâda şöyle buyrulmuştur: "Rabbim, ilimce beni artır! "
Âyetin, "Rabbim, ilmimi artır" şeklinde değil de "Rabbim ilim bakımından beni artırşeklinde gelmesi, ilim öğrenmedeki asıl hedefin yalnızca bilgilenmek olmayıp ilmi eyleme dönüştürmek olduğuna dikkat çekmek içindir. 

Sahibine değer kazandıracak olan ilim de, eyleme dönüşen ilimdir.


İmanî bakımdan güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.

Kur’ân pek çok ayetinde îmânı güçlendirmeyi salık verir, îmânı güçlü mü’minleri, gerçek mü’minler
olarak niteler. Sözgelimi bir âyette îmânın artması/güçlenmesinin Allah’ın (cc) âyetleriyle olacağı açıkça
belirtilmiştir: 
"Mü’minler ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, âyetleri okunduğu
zaman bu onların îmânlarını artırır."(4)

Demek ki îmânın zinde olması, güçlü olması Allah’ın (cc) âyetleriyle beslenmesine bağlıdır. Allah’ın âyetlerini okumayan, dinlemeyen, onlar üzerinde düşünüp gereklerini yerine getirmeyenlerin îmânları zayıflayacak, belki de küçük sarsıntılarda uçup gidecektir.

Zihnî bakımdan güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.

Din, akıllı insanlar içindir. Akıllı olmayanlar, dinin yükümlülüklerinden sorumlu değildir. Kur’ân, pek çok âyetinde aklı kullanmayı emreder. Kur’ân’da yalın olarak akıl kelimesi geçmez. Âyetlerde sürekli olarak akletme fiil kalıbında kullanılmıştır. Zira Kur’ân, durağan aklı değil, işlevsel aklı ön plana çıkarır. Hayat Kitabımız, aklı çalıştıracak delillerle doludur. Bu nedenle mü’min, Yüce Allah’ın Kur’ân ve Kâinat kitabındaki âyetlerini okuyup düşünerek aklını zinde tutmakla mükelleftir.

Amelî bakımdan güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.

Kur’ân, hayırlarda koşturmayı, hayırlarda yarışmayı emreder.
 "Onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler."(5)
Yine Kur’ân’a göre Allah yolunda olanlar, bu uğurda koşturanlar, bu uğurda ayakta olanlar;  oturanlardan çok daha hayırlıdır. 
"Allah, inananlardan, mal ve canlarıyla cihâd edenleri, mertebece,  özürsüz olarak yerlerinde oturanlardan üstün kılmıştır."(6)

Fizikî bakımdan güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.

İslâm, Yüce Yaratıcının hemen hemen her insana bahşettiği sağlıklı halini korumayı hedefler.Hastalara bir kısım kolaylıklar sağlansa da onun asıl hedefi sağlıklı mü’minlerden oluşan bir toplumu kurmaktır. Bunun için din, helalinden olmak ve ölçüyü kaçırmamak kaydıyla yiyip içmeyi, Allah’ın nimetlerinden yararlanmayı emretmiştir.

Mâlî bakımdan güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.

Veren el alan elden üstündür. Bu itibarla İslâm, dünyevileşmeden malı Rabbin Rızasını kazanma yolunda kullanabilen zenginliğe teşvik etmiştir. Zekât, sadaka, hayır hasenat, Allah yolunda cihâd
gibi pek çok ilahî emrin yerine getirilebilmesi variyetle alakalıdır. Mâlî imkânlara sahip olmayanların
bu emirleri layığı ile yerine getirmeleri imkânsızdır.Hadisin son cümlesi de oldukça dikkat çekicidir.
"Elbette her mü’minde bir hayır vardır…" Zayıf da olsa her mü’min değerlidir ve asla İslâm toplumundan dışlanamaz. Nitekim peygamberimiz, çeşitli seviyelerdeki ashâbını hep bağrına basmış,
onlardan yanlış yapanları uyarmış, hak etmişlerse cezalandırmış ama asla onlardan hiç birini dışlamamıştır. Onun hayatında, adam harcama diye bir şey yoktur. Münafıklığı tescilli olan, pek çok sahâbînin nazarında öldürülmeyi çoktan hak etmiş olan İbn Übey’i öldürmeyi teklif edenlere “Ben, Muhammed adamlarını öldürtüyor dedirtmem!” diye karşılık vermiştir.


MÜ’MİN, HAYIRLARIN ADAMIDIR

Hayat Kitabımız Kur’ân, mü’minleri çalışkan, üretken olmaya çağırırken onların istikamet çizgisinden
sapmadan koşturmalarını özellikle ister: 
"Rabbinizin mağfiretine ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun."(7)

"Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın."(8)

"O halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah’adır."(9)

"O halde yarışanlar, bunun için(cennet için) yarışsınlar." (10)

"İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler 
ve Ensar ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut 
olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnutturlar."(11)

"Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı."(12)

"Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler."(13)

"Hayırlı bir işte yorul, bir başka hayırlı işe doğrul. Rabbin ile irtibatını kesme."(14)

Tüm bu âyetler, büyük hedeflere doğru sürekli koşturmanın gerekli olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Buna göre, mü’min için, hayırlı işlerde yetinme yoktur. Burada kişinin geldiği konuma/duruma kanâat etmesi ayrı şeydir. Daha hayırlısına talip olması ayrı bir şeydir. 

Evet, Müslüman, hayırlara karşı doyumsuzdur, meşru yolda hayırlı işlerde koşturur. Mü’minler hayırlı işlerde birbirleriyle yarışır, dünyada ve âhirette en iyi yerlere gelmek için gayret ederler. Dolayısıyla İslâm’da ben geleceğim yere geldim, bunlar bana yeter, artık dinlenmeliyim şeklinde bir emeklilik/takâud anlayışı yoktur. Zira mü’minin gerçek anlamda dinleneceği yer cennettir.

Meşru yolda olması gereken bu koşturma, asla yarışçıların ayağını kaydırmaya, hasede dönüşmemelidir.
Çünkü haset, ateşin odunu yediği gibi, sâlih amelleri, iyilikleri yer bitirir, sâlihleri çürütür. 
Çünkü Yüce Allah’ın dünya ve âhiretteki nimetleri herkese fazlasıyla yetecek kadar bol ve bereketlidir. O halde O’ndan istemeli, O’nun kullarına lütfettiğine göz dikmemelidir. O’ndan isterken de istediklerimize
müstehak olmayı da ihmâl etmemeliyiz elbette.

Dipnot:
1-   Tirmizî, İlim 19. 
2-   Müslim, Nesâî, ibn Mâce. 
3-   39 Zümer 9. 
4-   8 Enfâl 2. 
5-   Mü’minûn 61. 
6-   Nisâ 95. 
7-   Âl-i İmrân 133; Hadîd 21. 
8-   Bakara 148.
9-   Mâide 48. 
10- Mutaffifîn 26. 
11- Tevbe 100. 
12- Enbiya 90. 
13- Müminûn 57-61. 
14- İnşirah 7-8.

Yazar : Prof. Dr. Ali AKPINAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder