24 Mayıs 2013 Cuma

EN BÜYÜK VESÎLE: SECDE

Kıymetli Kardeşlerim!

Rabb’imiz Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve O’na ulaşmaya vesîle arayın”(Mâide 5/35)

Sohbetimizin konusu kulu Allah’a yaklaştıran vesîleler ve bu vesîlelerin en mühimlerinden olan secde hakkında olacaktır. Vesîle, ibâdet-ü taat yaparken sünnet-i nebeviyyeye riâyet etmektir. Vesîle, Allah’ın ârif kullarının sohbetinden istifâde etmektir. İbâdetin en büyüğü namazdır. Namazda, secdede iken şeytanın kula yaklaşmasına imkan yoktur. Secdede ölenler imanla ölür. Secdede duâ edenlerin duâsı kabul olur. Şeytan, evvelden secde etmediği için secde onun düşmanıdır, bu yüzden secdeye, secdede olan kula hiç yaklaşamaz. Bu yüzden secdeye devam edelim kardeşlerim, ibadete devam edelim. Oruç Allah’a vesîledir, tilâvet-i Kur’ân Allah’a vesîledir. Vesîle, Allah’ın rızasını bulduracak ibadettir, ilimdir. Allah’ın rızâsına götüren taatler sayesinde insan ruhani olarak terakki eder, kalben mutmain olur, mâneviyattan feyz alır. Hakk’a kurbiyete liyâkat kazanır.

Âcizlere yardım da vesîledir, dedik. Bir misâl vereyim kendi hayatımdan: Çerkez köylerine gitmiştik. Dul kalmış bir yaşlı kadın vardı, onu ziyaret ettik. Bu vesîle dolayısıyla çok feyizli günler geçirdik. Ne okadını ne de oradaki feyizli ânları unutabiliyorum. Birkaç yerde böyle hâller zuhûra gelmişti bende. Fakirlere yardım edildi mi, hemen böyle oluyor, kalp feraha kavuşuveriyor. Âcizlere yardım Hz. Peygamber’in sünnet-i seniyyesidir. Peygamber Efendimiz (sav), kırbaları omzuna alır, gider; Medine’nin uzak yerlerinde ihtiyar kadınların leğenlerini doldururdu. Kadınlar sorarlardı “ Kimsiniz?” “Muhammed Mustafa” buyururlardı. Âlemlere rahmet olarak halk olunan, mahşerde herkesin muhtaç olduğu, dulun yetimin hizmetini görüyordu. Garip gönlü almayı, yetim başı okşamayı ihmal etmeyelim. Allah aşkına.

Geldik, kurbiyete en büyük vesîleye. Bu kulun secde hâlidir. Bir Hadîs-i Nebevîde: “Kulun Rabb’ine mânen en yakın bulunduğu an, secdeye kapanmış bulunduğu hâldir.” Binâenaleyh, namaza niyâza devam edelim, duâya devam edelim. Geceleri hâcet kapılarının ardına kadar açıldığı vakitlerde uzun uzun secdelere varalım. Umulur ki felâha kavuşuruz.

Ebû Cehil, Fahr-i Kâinat Muhammed Mustafa (sav) Kâbe’de secde hâlinde iken mübârek enselerine basmak istedi fakat Hz. Peygamber’e yaklaşamadı bile. O sırada Hz. Peygamber’e Alak sûresinin “Hiç şüphe yok ki insan, hakîkatten müstağnî görmekle azmıştır.” (Alak 96/6-7) âyetleri nâzil oldu. “ Secde et de yaklaş.” (Alak 96/19) âyetine gelince yeniden Fahr-i Kâinat secde ettiler. Zâlimin zulmünden korkmadılar. Allah da vesîleler verdi, fütühât ihsân buyurdu. Müjdeler gönderdi. Böyle zor anlarda, i’lâ-yı kelimetullah için çaba harcama Allâh katında çok değerlidir. Mükâfatı da sınırsızdır. Bizler de i’lâ-yı kelimetullah uğruna çaba harcayalım, sıkıntılara göğüs gerelim, secdelere kapanarak duâlar edelim. “Sabır ve namaz ile yardım isteyiniz.” (Bakara 2/45) buyuruyor Rabbi’miz Bakara sûre-i celîlesinde.

Cenab-ı Hak, bizleri uzun uzun secdelere varıp kendisine yakın olan kullardan eylesin. Secdelerde yaptığımız dûalarımızı dergeh-i izzet-i ulûhiyyetinde kabule karîn eylesin. (Âmîn) Hamd olsun alemlerin Rabb’i olan Allah’a.

KALEMDAR

23 Mayıs 2013 Perşembe

PEYGAMBERLERİN SEYYİDİ HZ. MUHAMMED (SAV)

Yâ Rabbi! “Lâ ilâhe illallah Muhammedu’r-Rasûlullah” kelime-i teyyibesiyle cümlemize hüsnü hâtimeler nasip eyle.
Tavfîkine refîk et Yâ Rabbi!
Bizleri, bugün, bu meclisten affolunmadan kaldırma, afv ve mağfiretini bizlerden esirgeme Yâ Rabbi! (Âmin)
Kıymetli kardeşlerim!
Sizlere bu sohbetimizde, dilimin döndüğünce, meselelerin en ağrından ve fakat en lezzetlisinden, Âlemlerin Efendisi’nden bahsedeceğim.
Sallû alâ Rasûlinâ Muhammed!
Sallû alâ tabîbi kulûbinâ Muhammed!
Sallû alâ sefîi zünûbinâ Muhammed!
İki cihân serveri, dünya ve âhiretin güneşi, gönüllerimizin ziyası Hz. Muhammed’dir.
O (sav), varlığın yaratılış sebebidir.
Allahu Teâlâ, “Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107) buyurduğu Habîbi hakkında, yememiz, içmemiz, nefes almamız, yürümemiz, hülasa her şeyimiz O’nun hürmetine oldu.
Âlemdeki her şeyin bir seyyidi (efendisi), atası vardır. İnsanoğlunun atası, seyidi Hz. Âdem’dir. Hepimiz O'nun soyundan geldik.
Kuyuların seyyidi Zemzem Kuyusu’dur. Allah (cc) kana kana suyunda içmeyi nasip buyursun.
Taşların seyyidi Hacerü’l Esved’dir. Hadis-i Şerîfte, Hacerü’l Esved hakkında “Hacerü’l Esved, Allah’ın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla insanlardan istediği ile tokalaşır.” buyrulmaktadır.
Binaların seyyidi Beytullah’tır. Mevlâ bizlere defalarca ziyaret etmeyi lutfetsin. Kardeşlerim, biz o kutsal beldelerin hasretiyle, oraya duyduğumuz şevk ile yaşıyoruz. Tatmayan kesinlikle bilemez.
Ne bilsin tadını ânın
Asel göster, basal göster
Asel, bal; basel, soğan demektir. Adama balın tadını, soğanın tadını tattırmazsan, onlardan ne kadar bahsedersen bahset, hiç fayda etmez. Uzaktan balı göstersen, bal gözüne çam sakızı gibi görünür. Soğanı göstersen, soğan da yeşil bir şeydir onun için. Eline vereceksin. Parmağını bala sokacak, birazcık alacak ve tadacak. Akıllı kimse balın tadını tattıktan sonra bir daha o tattan vazgeçer mi?
Büyüklerimiz ne güzel söylemiş: Tatmayan bilmez!
Nereden bilsin Beytullah’ı görmeyen adam Beytullah’ın tadını!
Önce Hacerü’l Esved’i bir görsün, sonra yüzünü sürüp öpsün de bana ondan sonra söylesin. Bu fakîr tattı- elhamdulillah-. Hacerü’l Esved’i öptüğümüz gün, içimize doğan neşeden, gözümüze sabaha kadar uyku girmedi.
Aynı şekilde, ne bilsin tarîkata girmeyen adam tarîkatın tadını! Geriden şöyle bakar “Bunlar riyâkâr, sahtekâr, düzenbâz adamlar, milleti aldatıyorlar.” der. Tasavvuf erbâbını, geçimsiz, tuzsuz insanlar olarak görür.
Ne bilsin içindeki tadı, haberi yok ki adamcağızın.
Mazurdur! Onun için biz onlara da bahane de bulmayız. Allah nasip etmemiş ki onlara, ne yapalım!
Dedik ya, âlemdeki her şeyin bir efendisi var.
İşte bütün peygamberlerin seyyidi de Hz. Muhammed (sav)’dır.
Beşeriyetin tek halaskârı, yegâne ümididir O (sav).
Kıyâmet günü, bizlere şefaat edecek, bizleri cehennem ateşinden kurtaracak, bi-iznillah.
Diyeceksiniz ki şimdi: “Yâ hû hocam! Elimizde bir tutacağımız Muhammed Mustafa’mız kalıyor.”
Evet, öyle. Başka kimse yok. Tutunacak tek dalımız O (sav)
Hamdolsun âlemlerin Rabb’i olan Allah’a.

KALEMDAR

Nebevi Tavsiyeler

Ey Ali! 
Dört özellik bedbahtlık özelliğidir: 
         Göz katılığı, 
         Kalp katılığı, 
         Uzun emel, 
         Dünya sevgisi! 

Ey Ali! 
Dört özellikten seni sakındırırım: 
         Kuvvetli haset, 
         Hırs, 
         Yalan, 
         Öfke..

Ey Ali! 
İnsanların en kötüsünün kim olduğunu sana bildireyim mi? 
         “Evet ey Allah’ın peygamberi bildir.” dedim. 
         Hz.. Peygamber “tek başına yolculuk yapan, misafirine cimrilik yapan ve kölesini döven kişidir.” dedi. 
         Ardından ekledi: “Bütün bunlardan daha kötüsünü bildireyim mi?” 
         “Bildir ey Allah’ın peygamberi” dedim. 
         “Bütün bunlardan daha kötüsü kendisinden hayır beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayan kişidir. ” dedi.


Ey Ali! 
Cenaze namazı kılarken şöyle de:
         “Allah’ım! Bu senin kulun ve kulunun oğludur. Henüz bir şey değilken yaratılıştaki hikmetin ona işlemiştir. O sana misafir gelmiştir, sen onun yerleşeceği en hayırlı menzilsin. Allah’ım! Onun delilini ortaya koy, peygamberine kat, sabit bir sözle onu sabit kıl! O sana muhtaç iken Sen kendisinden müstağnisin. O,  ”Allah’tan başka ilah yoktur”  diye kelime-i şehadet getirirdi. Onu bağışla, merhamet eyle, sevabından mahrum etme, bizi ondan sonra fitneye düşürme. Allah’ım! Temiz birisiyse temizliğini arttır, hatalıysa günahlarını bağışla.”

Ey Ali! 
Bir kadının cenaze namazını kılınca şöyle dua et:
         "Allah’ım! Sen onu yarattın, onu sevdin, onun sahibisin, gizlisini ve açığını bilensin. Biz şefaatçi ve duacı olarak sana geldik. Bu kadını bağışla, merhamet et, ecrinden mahrum bırakma. Bizi onun ardından fitneye düşürme."

Çocuğun namazını kılınca şöyle dua et:
         "Allah’ım! Onu anne ve babasının takipçisi yap. O ikisine sabır ver, çocuğu onların öncüsü kıl, onlara nur ver. Bu çocuğu onlar için nur kıl, anne-babasını cennete koy, onları çocuğun ecrinden mahrum bırakma."

Ey Ali! 
Abdest alırken şöyle de:
         "Allah’ım! Abdesti tam almayı, mağfiretini tam elde etmeyi diliyorum."

Ey Ali! 
Mümin kul kırk seneyi yaşadığında, Allah onu üç beladan emin kılar: 
         Delirme, 
         Cüzzam,
         Abraş hastalığı. 
Altmışa geldiğinde, ahirete yüzü dönmüştür artık. Altmıştan sonra Allah ona sevdiği işlerde kendisine yönelmeyi nasip eder. Yetmişe geldiğinde, gök ehli ile yeryüzündeki salihler onu severler. Seksene geldiğinde iyilikleri yazılır, günahları silinir. Doksana geldiğinde, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır. Yüz yaşına geldiğinde, onun adı gökte “Allah’ın yerdeki esiri” diye yazılır.

Ey Ali! 
Tavsiyemi dinle, sen Hak üzeresin, Hak da seninle beraberdir.

Hz. Muhammed (s.a.v)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

TEFRİKA ÇIKARAN BİZDEN DEĞİLDİR


Mefhar-ı mevcudat aleyhissalatü vesselam mübarek sözlerinde
“Bizden değildir” buyurarak mü’minlerin üzerinde
taşımaması gereken hususları zikretmişlerdir. “Bizden
değildir” ifadesi çok ağır bir beyandır. Bizim muhabbetimize,
şefaat-i uzmâmıza yakın değildir, demektir. Rasulullah
(sav) buyuruyor ki: “Tefrika çıkaran bizden değildir.”
Bunu ben söylemiyorum ki ‘ağır söylediniz efendim’
diyesiniz. Rasulullah (sav) söylüyor. Bir insan için
en kolay ibadet, dilini tutmaktır. Dilini tutmak, ibadetin
büyüğüdür. Çünkü konuşsan fitne çıkacak, susuyorsun
ibadet sevabı kazanıyorsun. Şimdi, büyükler, Allah dostları,
insanı sesinin tonundan, nefesini alıp verişinden, öksürüğünden
tanır. Nasıl bir insan; iyilerden mi ağyardan
mı, olduğu gibi tanır, Allah katında hangi makama çıkacağına
kadar bilir.
Üstadımız Hazretleri “Kişi sevdiğiyle beraberdir” der
sözü fazla uzatmadan geçerlerdi. Niye? Çünkü beraber
olmak yolundan gitmekle olur. Onun ahlâkı üzere yaşamakla
olur. Sevdiğini sevmek, kızdığına kızmakla olur.
Bunların hiç biri yok, ‘Efendim biz sizinle beraber olmak
istiyoruz.’ Olamazsın ki… Kardeşlerinin arasını bozuyorsun,
laf götürüp getiriyorsun.
Tesettüre riayet etmiyorsun, hanımlarla sohbete oturuyorsun,
gözünü kulağını korumuyorsun… İşte bunun
adı ‘tefrika’. Kendi kalbini bozmuşsun, bir de kardeşinin
kalbini bozup yolundan alıkoyuyorsun.
Halvette kadınla oturma / Kalp gülistanın batırma
Ordan ora laf götürme / İçimizde nemmamdır bu
Böyle kişiye ‘Bizden değildir’ buyuruyor Rasulullah (sav),
kitaplardan alınmış bunlar… Yani kovdum onu huzurumdan,
kabul etmiyorum böyle adamı diyor.
BEN BİLDİĞİM GİBİ EDEYİM, DEME
Kalbin eğri, olmaz sohbet
Bağrımızı ezendir bu
Büyüklerin ağzından çıkan sözler yedi kat semayı geçer.
Biz Üstadımızı böyle dinlerdik. O bir söz söyledi de biz
ihtilaf etsek, helak olacağımıza inanırdık. Çünkü onların
sözlerinde riya yok süm’a yok, kibir yok elbette sema
katlarını geçecek. Onlar bize yolu tarif ettiler. Kimse aklına
göre yeni yollar icat edeyim, bu usul eskidi, şimdi
zaman değişti ben bildiğim gibi edeyim demesin. Arş-ı
azam onların emirlerine verilmiş, biz onlara itiraz ediyoruz.
Dilimizle olmasa kalbimizle ediyoruz. Kendimizi
bilip bilmeden ateşe atıyoruz. Ne diyorlar da itiraz ediyoruz?
‘Aman Allah’a saygılı olun, Rasulüne sevgili olun.
Biz aciz köleleriz, ayağınızın türabı olayım…’ Böyle diyen
sultanlara itiraz edilir mi?
Üstada bahane bulan / Bunlardır yolundan kalan
Bazen var bağrımı delen / Affetmeli hilimdir bu
Onlarda öyle sırlar var ki ne bilip de neyi inkâr ediyoruz.
Eğer onlar bizi affetmese, şu oturduğumuz yerlerden
kalkıp da adım atamayız. Yerin dibine geçirirler. Yapmıyorlarsa,
nankörlük etmeyelim bari.
Onların sözü arşı geçiyor da bizim kafamıza gönlümüze
değmiyor. Üstadımız birbirini çekemeyen iki ihvanı görmek
bile istemezdi. “Onu incitmediniz, beni incittiniz”
derdi. Dualar, tevbeler edelim de kendi ismimizi kendi
elimizle üstadlarımızın gönül defterlerinden silmeyelim.
İnkâr eden asla felah bulmaz.
Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allah’a.

Kalemdar 

17 Mayıs 2013 Cuma

Abdülkadir Geylani (k.s)’den Mürşid

        Allah dostlarının, halkın haricinde başka bir meşgaleleri vardır. Bununla beraber halkın arasına da katılırlar. Onlarla da haşır-neşir olurlar. Birlikte oturur, yer, içerler. Tıpkı halktan biriymiş gibi hareket ederler. Bunu sırf onlara Allah’ın emirlerini bildirmek, yasaklarından da sakındırmak için yaparlar. Allah dostlarının bu hareket tarzlarını şu hadisedeki kişilerin haline benzetebiliriz:


        Vaktiyle bir grup insan , deniz aşırı bir ülkeye gitmek üzere yola çıkarlar. Maksadları o ülkenin hakanı ile görüşmektir. Fakat o ülkeye gidecek yolu da insanlardan bazıları bilmekte, bazıları bilmemektedir. Yolu bilenler geçer, hakana ulaşırlar. Ancak hakan, denizin öbür tarafında kendisine gelmek isteyen başka kişilerin de bulunduğunu fakat yolu bilmedikleri için gelemediklerini, bu yüzden yolda boğulma v.b tehlikelerle karşı karşıya bulunduklarını bilmektedir. Bu sebeple daha önce gelenlere geri dönmelerini, yolda kalan kişilere kılavuzluk edip onların da kendisine ulaşabilmeleri için yardımcı olmalarını söyler. Onlar da hemen geri dönerler. Yolu bilmedikleri için orada tehlikeler içinde bekleşmekte olanlara seslenerek:
-”Yol bu tarafta. Geliniz, sizi götürelim..” derler.
Ve ellerinden tutup götürürler. 

      İşte Allah dostlarının avam halkla münasebetleri, bu hadisedeki kişilerin haline benzer. Meselenin aslı Aziz ve Celil olan Allah’ın şu ayette belirttiği hadiseye dayanmaktadır:
"İman eden o zat dedi ki: Ey kavmim, siz bana tâbi olun. Size doğru yolu göstereceğim." (Mümin Suresi, ayet 38)

Efendimiz s.a.v'i Sevmenin Alametleri (Alemdar)


Efendimiz s.a.v' i sevmenin alameti: 

1-Davasını benimeyip, bu uğurda gayret etmek. 

2-Şahs-i Nebevilerini ve ehli beyti sevmek.

 3-Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel etmek.

 4-Sünnet-i Seniyye'sine uyup, izinden gitmek. 

5-Çokça Salat ü Selam getirmek. 

6-Sevdiklerini sevmek,düşmanlarını düşman bilmek. 

7-O'nu büyük bir samimiyetle, gönlü yanarak anmak. 

8-O'nunla buluşmaya can atmak. 

9-Şahsında, evinde, toplumda,bütün harekat ve sekanatında O'nu tercih etmek.

Akıldan Geçen İyi Ve Kötü Düşüncelerin Karşılığı Nedir?

             Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, ümmetimi, içlerinden geçirdikleri fena şeylerle amel etmedikçe veya onu konuşmadıkça, o şey yüzünden hesaba çekmeyecektir.”
Hadis Kaynak: İbni Mâce,c.1,Talak 14,h.2040; Buhâr’i,c.6,s.169,Talak 11-2; Müslim,c.1,s.116,İman 201-202 (127); Nesâî,c.6,s.156,Talak 22h.3431-3432.

      “Allahu Teâlâ Hazretleri meleklerine şöyle emreder:
Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek terk etti ise bunu, onun lehine bir sevap yazın. Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince, yapmasa bile, onu lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar ona sevap yazın.”
Hadis Kaynak: Buhârî,Tevhid 35; Müslim,İman 203,205 (128-129)

         Allahu Teâlâ bu ümmetin hatırından geçen kötülükleri günah saymamıştır. Hatırdan geçen şer bir şey işlenir veya dil ile söylenir ise; ancak o zaman günah sayılır Bu ilahi lütuf, bu ümmete mahsustur. Geçmiş ümmetler için böyle bir bağış yoktur. Onlar, hatırlarından geçen şerlerden dolayı da sorumlu sayılırlardı.
Hatırdan geçen kötü düşünceler; dil ile söylenmedikçe, vücudun tamamı veya organları ile işlenmedikçe, sadece kalpten geçmesi halinde günah sayılmaz.

          Hadis, bir vesvese şeklinde insanın kalbine gelen geçici şeylerin günah sayılmadığını da ifade eder. İnsanın kendi istek ve iradesi ile hatırına getirip kalbinde kökleşmesine çalıştığı kötü niyetlerde ve duygularda israr eder ve bunu da kalbinden atmak istemezse, bu gayretkeşlik manevi sorumluluktur ve ahiret cezasını gerektirir.

Hz. Fatıma'nın Çocuk Eğitim Yöntemleri

     Günümüz dünyasında bütün eğitim merkezlerinin onca çabaya rağmen halâ çözemedikleri önemli konuların başında eğitim ve eğitim yöntemleri gelmektedir.
Doğru bir eğitim nasıl olmalıdır?
Eğitimde, eğitenle eğitilenin konumu nedir?
Çocuk eğitiminin özel yöntemleri var mıdır?
Çocuğun fıtrî doğrularıyla çelişmeden onu eğitebilmek mümkün müdür?

 İnsanoğlunun yaratıcısı ve bu varlığın tek ve muktedir mühendisi olan Rabbul Âlemin hazretleri bütün bu yöntemleri yüce Resulüne (s.a.v.) o hazret de, mutahhar Ehl-i Beyt'ine öğretmiştir.
 Her insanın karakteristik yapısı çocukluk döneminde oluşur. Ağaç yaşken eğilir diyenler de bunu vurgulamakta ve çocuğun alacağı her eğitime adapte olacak bir yapı arz ettiğini hatırlatmak istemektedirler. Bilhassa yakınlarının bu eğitim ve "kişilik biçimlenmesi"nde özel bir yeri vardır ve bu özel yerin zirvesinde "anne"ler bulunmaktadırlar.
 Annenin güçlü elleri mucizemsi bir yetenekle çocuğu istediği biçime sokar; bir hammaddeden istediği heykeli yontan bir heykeltıraştır anne. Gelecekte saadet yoluna veya bedbahtlık yoluna yönelten unsur annedir, her insanın bir "anne"nin öğrencisi olduğu asla unutulmamalıdır.
 Anne, çocuğu kemale yükseltebileceği gibi bedbahtlık uçurumuna da yuvarlayabilir.
 Fatıma-ı Zehra (a.s.) babası Resulullah’dan (s.a.v.) aldığı terbiye ve ilim sayesinde dünya ve ahiret kadınlarının en ulusu olmuş, en mükemmel evlatları yetiştirmiş ve böylece insanlığa "en mükemmel anne" olduğunu ve onun eğitim yöntemlerinin "en mükemmel eğitim yöntemi" sayıldığını bilfiil ispatlamıştır.
 Yirmi yılı bulmayan kısa hayatının on yıldan az bir bölümünü eşiyle geçirdiği halde sade ve küçücük evinde öyle evlatlar yetiştirmiştir ki, rahmetli İmam Humeyni'nin de tabiriyle "varlığının nuru toprak âleminden göklerin ötesine, mülk âleminden melekut-i âlâ'nın ötesine yansımakta"dır.
 Evet, Zehra-ı Merziyye selamullah aleyha'nın yetiştirdiği evlatlar insanlık tarihinin nadide çiçekleri, emsalsiz güzideleridirler; yiğit, dürüst, korkusuz ve kelimenin tam anlamıyla "mükemmel insan"lardırlar.
 İslam’ın bu büyük kadınının çocuk yetiştirme hususunda kullandığı yöntemler bugün en ciddi eğitim merkezlerinde, muhtelif din ve görüşlere mensup pedagog ve eğitim uzmanlarınca incelenmekte olup en sağlıklı yöntemler olarak tavsiye edilmektedir.
 Çocuğun karakterinin şekillenmesi açısından o hazretin uyguladığı metotlar dürüstlük, sevgi, merhamet ve korkusuzluk temelleri üzerine kuruludur.
 Ünlü sahabe Selman-ı Farisî hazretleri "Bir gün Hz. Fâtıma'nın el değirmeninde un öğüttüğünü gördüm, bu sırada küçük Hüseyin'in ağlama sesi duyuldu. "Hz. Resulullah (s.a.v.) size yardım edenleri sevdiğini buyurdu" dedim, çocuğu mu sakinleştirmemi istersiniz, yoksa el değirmenini almamı mı?" Hazret "Evladımla benim ilgilenmem daha iyidir, zahmet olmazsa siz şu unu öğütebilirsiniz!"
 Resulullah’ın (s.a.v.) kızı Fatımâ (a.s.) ölümünden sonra bile çocuklarını düşünmekten kendisini alamamış ve ölüm döşeğinde Hz. Ali'ye (a.s.) "Çocuklarımı annesiz bırakma, benden sonra kız kardeşimin kızıyla evlen, o benim çocuklarıma karşı tıpkı benim gibi şefkat gösterir." vasiyetinde  bulunarak çocuklarının eğitimi ve yetişmesi için fevkalâde bir basiret ve ileri görüşlülük örneği sergilemiştir.
 Keza, Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) vefatıyla birlikte, çocuklarının bu şefkatli dedenin sevgisinden mahrum kalmaları Hz. Fâtıma'yı (a.s.) pek üzmüştür. Nitekim bazen çocuklarını severken "Sizi herkesten çok seven dedeniz nerede şimdi? Sizi yerde görmeye dayanamayıp hemen kucağına alan o şefkatli dedeniz nerede şimdi yavrularım?" dediği bilinmektedir.
 Burada sadece annenin değil, başkalarının da duygusal bağlarının çocuk üzerinde etkili olduğu ve şefkatli bir annenin bu bağlara da önem verdiği anlaşılmaktadır.
Çocuklarla oynamak
Çocuklarla oynayıp onlara oyun arkadaşlığı yapmanın fiziki ve psikolojik faydaları yanı sıra, çocukların üretkenlik gücünü de artırması açısından fevkalâde önemli olduğu unutulmamalıdır. Hz. Fatıma'nın (a.s.) yöntemlerinden biri de budur; o hazret, çocuklarıyla oynamayı pek sever, onlarla oynarken zihin ve inançlarını olumlu yönde etkileyip sağlıklı düşünmelerini sağlayacak sözler ve şiirler söylemeyi ihmal etmezdi. Hz. Hasan'la -s- oynarken, onu havaya atıp tuttuğu ve bunu yaparken şu mazmunu şiir olarak tekrarladığı kayıtlıdır:
"Hasan'ım! Baban gibi ol sen de
Büyü de, babana benze
Hakkı kurtar boynundaki urgandan
Rabbine ibadet ve şükürde bulun her zaman
O'dur bize bütün nimetleri bağışlayan
Zalimlerle dost olma, e mi Hasan?!"

Yarışma ve Sağlıklı Rekabet
 Sağlıklı rekabet ve dürüstçe yarışma, çocuklarda kendine güven duygusunu geliştirip onlara sorunlardan kaçmama ve zorluklarla pençeleşme ruhunu aşılar. Kendisine güven duyan ve zorluklardan korkmayan bir insan, hayatın çeşitli merhalelerinde karşılaşabilmesi mümkün zorluklarla yüz yüze geldiğinde teslim olmaz, sorunlarına sırt çevirmez, batıla eğilmez, zilleti kabullenmez ve başı dik olarak bütün zorluklarla boğuşmayı, lekeli olarak rahat yaşamaya tercih eder.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Yağmur ( TEFEKKÜR )

    Ne zaman bir yağmur bulutu görsem, aklıma, orta büyüklükteki bir yağmur bulutunun içinde 300 bin ton su taşıdığı gelir…
    Öyle pamuk gibi yumuşacık, tüy gibi hafif gözüken bulutların, aslında yüz binlerce ton ağırlığında olmalarına rağmen, gökyüzünde, düşmeden ipsiz ve direksiz durdurulmalarını ibretle seyrederim…
    Ve rüzgârın önüne katılıp, ormanlardan yaylalara, bağlardan bahçelere, köylerden şehirlere, ülkelerden kıtalara taşınmalarını, dağları, derin puslu vadileri, geniş düz ovaları ve engin mavi denizleri aşmalarını hayal ederim…
    Yüz binlerce ton suyu, dünyanın bir köşesinden, bir başka köşesine, gürültüsüz patırtısız alıp götürülmesine hayret ederim…

    İşte size Allah-ü Teâlâ’nın güç, kudret ve azametine gösterilebilecek eşsiz bir örnek daha…