8 Temmuz 2013 Pazartesi

Hoş Geldin! Ya Şehr-i Ramazan...

“Safâ geldin Ya Şehr-i Ramazan! Hem bu sene inşaAllah bize safâlar, büyük safâlar getirdin.
Merhaba ey mübarek bağışlanma ayı! Merhaba ey zavallıların, ümitsizlerin, fukaranın, çaresizlerin gönlüne teselli, yüzlerce milyon ehl-i imana mağfiret müjdeleyen mukaddes ay! Yılda bir defa, yalnız otuz gün süren misafirliğin bizim için ayrıca sevinç sebebi oluyor.
Büyük küçük cümle tevhit ehlinin kalbinde bizim için, hayli vakittir mazlum ve mağdur olan İslam âlemi için zaferler, haberler, müjdeler getirdiğine dair sağlam bir iman var.
Bak bugün, bölük bölük camilere, Fatihlerin, Peygamber-i Zişan’a halef olmuş muazzam muhteşem hakanların yadigârı ulu mabetlere koşan halk seni nasıl kutluyor.
Tek yürek ve tek ses olarak, bak senden neler, neler diliyor ve bekliyor!
Rabbü’l-Alemin katında onlar için şefaat et, ta ki hayırlı bir bayrama erişip mutlu bir bayram edelim!
Merhaba ey Ramazan ayı, merhaba! Ey imana kuvvet veren, gönüllerden kederleri silip götüren, gelecek için ümitler bahşeden ulvî, kutsî, samimi ay! Her günün bir zafer günü, her saatin bir sevinç saati, bayramın kıvanç dolu bir bayram olsun!
Safa geldin! Neşen, bereketin, ferahın ile geldin. Yine neşe, bereket, ferah ve saadet bırakarak gideceksin. Seni bu sene bundan emin olarak karşılıyoruz, ey ayların mübareği, ey Şehr-i Ramazan!”

7 Temmuz 2013 Pazar

En Kötü Ticaret



Nebi (s.a.v) buyurur ki:
“İblis aleyhilla’ne her gün dünyayı iki
elinde kaldırır ve der ki:
- İnsana zarar veren ve onu üzen şu
dünyayı kim benden satın alır? Ehl-i
dünya der ki:
- Biz alırız.
Şeytan:
- Acele etmeyin, onun bir kısım ayıpları
vardır, der. Onlar:
- Beis yok, derler. Şeytan:
- Fiyatı birkaç dirhem veya dinar değildir;
cennetteki nasibinizdir. Çünkü ben
bunu dört şey karşılığında satın aldım:
Allâh’ın laneti, gazabı, azâbı ve benden
alakasını kesmesi. Bunun uğrunda cenneti
sattım.
Ehl-i dünya:
- Bunlarla beraber kabul ediyoruz, derler.
Şeytan:
- Bunda bana biraz kâr vermenizi isterim.
Bu da dünyaya kalplerinizde yer
ayırıp ebeden onu oradan çıkarmamanızdır,
der. Onlar da:
- Kabul, derler ve alırlar. Şeytan bunların
arkasından der ki:
- Ne kötü bir ticaret bu!
Efendimize (s.a.v.) şeytanın vesvesesinden
sual olundu.
Cevaben: “Hırsız, boş eve girmez, bu,
imanın apaçık delilidir.” buyurdular.
Ali bin Ebu Talib (r.a.)der ki:
“Bizim namazlarımızla Ehl-i Kitab’ın namazları
arasındaki fark, şeytanın vesvesesidir.
Çünkü şeytan onlarla uğraşmaz. Zira
onlar, onun isteklerine uygun davranırlar.
Müminler ise ona muhalefet edip savaşırlar.
Savaş ise ancak karşı çıkan olduğunda
vuku bulur.
Namaza başlamadan önce şu duanın okunması
tavsiye olunmuştur:
“Allahümme ente’l-Evvelu feleyse kableke
şey’un, ve ente’l-Âhiru feleyse
ba’deke şey’un, ve ente’z-Zâhiru feleyse
fevkake şey’un, ve ente’l-Bâtınu feleyse
dûneke şey’un; Zü’l-melekûti ve’l-ceberûti
Subbûhun Kuddûsun Rabbü’l-melâiketi
ve’r-rûhi.”
Vehb bin Münebbih der ki:
“Nuh (a.s) gemiden çıkınca İblis aleyhilla’ne
geldi. Nuh ona:
- Ey Allâh’ın düşmanı! Senin ve ordunun saldırıp
helâk etmesine kavmimin hangi günahları
yardımcı oldu? dedi de:
- Biz onlardan cimri, hırslı, hasedkâr, zorba,
aceleci birini görünce hemen yakalayıveririz.
Bir kimsede bu huyların hepsi toplansa
ona da ‘şeytan-ı merîd’ yani ‘azgın şeytan’
deriz. Çünkü bu huylar, şeytanların reislerinin
huylarındandır.” demişlerdir.


Mahmut Sami RAMAZANOĞLU(k.s)

2 Temmuz 2013 Salı

Zülme karşı durmayan zalimdir


"Zülme karşı durmayan zalimdir"

18 Haziran tarihinde Kaşgar Belediyesi'ne bağlı 18. Okulun 2. Sınıfında okumakta olan 8 yaşındaki Doğu Türkistanlı Müslüman kız, Çin polisi tarafından tecavüze uğradı. Polis tecavüz ettikten sonra kız çocuğunu boğarak öldürdü . Daha sonra parçalara ayırıp bir sokağa terk etti. Polis halen görevine devam ediyor.

BİR GÜN'DE 50'DEN FAZLA KİŞİ HAYATINI KAYBETTİ
Olayın ardından ayaklanan Doğu Türkistanlı Müslümanlar, Çin polisiyle çatışmaya başladı. Bugün de dahil çıkan olaylarda 50'den fazla Doğu Türkistanlı hayatlarını kaybetti.

PEÇE TAKANA CEZA VAR
Çin Hükümeti'nin Doğu Türkistan'daki baskıları son yıllarda artmaya başlamıştı. Peçe takmak isteyen kadınlara 1500 yuan(470tl) ceza veriliyor ve 10 gün hapse atılıyor. Bu fiyat Doğu Türkistan'da bir aylık asgari maaştan daha fazla.

Olayların yaşadığı Turfan bölgesine Çin Hükümeti tarafından 6 milyon Çinli yerleştirilmiş. Gelen Çinliler Müslüman halkın dükkanlarına ve arazilerine el koymuşlar.

Doğu Türkistanlı Müslümanlar ile Çin polisi arasında çatışmalar devam ediyor.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Ramazanı Beklerken

İnsan aç kalmayı özler mi? Günler önceden ramazana ne kadar kaldı diyerek gün sayıyoruz. O günler gelecek diye çoluk çocuk hepimiz heyecanlıyız. Aç kalacağımız günler yazın kavurucu sıcaklarına denk gelecek olsa da hiç önemi yok. Ne Rahmanî bir şevk! Büyük bir keyifle aç kalacağız.
Ramazan ayında Rabbimiz oruç tutmamızı emrediyor: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki Allah’a karşı gelmekten sakınırsınız. (Size farz kılınan oruç) sayılı günlerdedir.” (Bakara, 183-184)
Rabbimiz emrettiği için de çekeceğimiz açlık bir yük ve mahrumiyet değil. Aksine kulluk şuuruyla mayalanan bir manevi haz. Bir yandan dünya yükünü sırtımızdan indirme hafifliği, bir yandan sabahtan akşama kadar sürekli ibadet hali içinde olmanın sevabı… Peygamber Efendimiz s.a.v. de bunu müjdelemiyor mu:
“Allah buyurdu ki: ‘Ademoğlunun işlediği her hayır iş kendisi içindir, fakat oruç böyle değildir. Oruç sırf benim için yapılan bir ibadettir. Onun mükafatını da ben veririm.’ Oruçlu ağzın kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoş, daha temizdir. Her kim inanarak ve karşılığını sırf Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî; Muvatta)
“Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde yalnız oruç tutanlar girer. Ondan oruç tutanlardan başka kimse girmez. (Kıyamet gününde) ‘Oruç tutanlar nerede?’ denilir. Oruç tutanlar kalkarlar ve o kapıdan girerler. Onlar girdiği zaman kapı kapatılır.” (Buharî)
Beden açlığında tok ruhlar
Ramazanı nasıl sevinçle karşılamayalım ki… Oruç vesilesiyle ahlâkımızı bir kat daha güzelleştireceğiz. Dilimize sahip olmayı öğreneceğiz. İnsanlarla geçimimiz güzelleşecek. Kalp kırıcı kelimeler kullanmaktan kaçınacak, karşımızdakilere daha tahammüllü olacağız. Orucun hatırına sinirlerimize hakim olup bizlere sataşılsa bile oruç ibadeti içinde olduğumuzu düşünerek karşılık vermeyeceğiz.
Namazda olanın huşusunu ve Rabbine yönelişini unutmaması gibi, bizler de oruç ibadeti içinde olduğumuzu düşünerek nefsimizi zaptedeceğiz. Zaten Peygamber Efendimiz de bunu tavsiye etmiyor mu:
“Oruç bir kalkandır. Herhangi biriniz oruçlu olduğunda kötü söz söylemesin ve kötü fiil işlemesin, bağırıp çağırmasın. Şayet birisi ona hakaret eder veya dövüşecek olursa, derhal ‘ben oruçluyum’ desin.” (Buharî)
Oruç vesilesiyle açın halinden daha iyi anlayacağız. Yiyecek bir şeyler bulamamanın, güzel yemeklerin hayalini kurmanın, uzun bir süreden sonra lezzetli bir yemeğin başına kurulmanın ne anlama geldiğini öğreneceğiz. Fakirlere, ihtiyaç sahiplerine merhametimiz ve şefkatimiz bir kat daha artacak. Böylece karnı her zaman doymayanları daha çok hatırlayacağız.
Ramazan bizlere varımızı fakirlere harcamayı öğretecek. Elimizi cebimize atmayı, ihtiyaç sahiplerine zekât ve fitre ile yardıma koşarak cimrilik hastalığından kurtulmamızı sağlayacak. İnsanın yapması en zor olan işi yapacağız, birilerine karşılıksız olarak kendi paramızdan vereceğiz. Bunu yaparken teşekkür bile beklemeyeceğiz. Bunu yapacağız, çünkü Allah bunu emrediyor, biz de duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz ne güzel müjdeler veriyor:
“İman edip yararlı işler işleyenlerin, namaz kılıp, zekât verenlerin Rableri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 277)
İftar ve teravih toplumu
Ramazanı iple çekiyoruz. Çünkü ailece teravih namazlarına da gideceğiz. Cuma dışında bize hasret kalan camiyi her akşam şenlendireceğiz. Diğer mümin kardeşlerimizle birlikte Allah’ın evini hınca hınç dolduracağız. Birbirimize omuz verip birlikte ibadet etmenin, cemaat olmanın lezzetini bir yıl aradan sonra tekrar tadacağız. Namazların arasındaki salâvatlarla kubbeleri inletecek, namaz sonrasında hep birlikte ellerimizi yaratanımıza açarak amin diyeceğiz. Namazdan çıktıktan sonra O’na yönelmenin ve mümin kardeşlerimizle birlikte olmanın verdiği manevi huzurla, evimizin yoluna tarifi imkansız bir gönül coşkusuyla revan olacağız.
Ramazanda ailemize daha fazla zaman ayıracağız. Onlarla her zamankinden daha çok bir arada olacağız. Diğer zamanlarda iş güç nedeniyle eve gelmesi geciken, çoğu zaman kendi başına yemek yemek zorunda kalan bizler, artık çocuklarımızı uyanıkken görebileceğiz. Bütün bir ramazan boyunca iftardan sabaha kadar bir arada olacağız. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi? İftar sofrasında birlikte Allah’a hamd edip orucumuzu açacağız. Camiye birlikte gideceğiz. Ramazan vesilesiyle aramızdaki sevgi bağı bir başka pekişecek.
Ramazan sayesinde unuttuğumuz davet geleneğimizi hatırlayacağız. Yoğun iş temposu, dünyaya dalma, akşamları televizyonun karşısında vakit öldürme nedeniyle ihmal ettiğimiz dostlarımızı ramazan gelince hatırlayacağız. Onları evimize davet edeceğiz, davetlerine gideceğiz.
Çeşitli dernek ve vakıfların iftarlarında uzun zamandır göremediğimiz dostlarımızla bir araya geleceğiz. Kardeşlik ve dostluk bağlarımız güçlenecek. İhmal ettiğimiz dostlarımızı, unuttuğumuz arkadaşlarımızı hatırlayacağız. Bir düşünün, ramazan dışında ailece bir araya gelemediğiniz ne kadar dostunuz, akrabanız var, değil mi? Ramazanın bizi yakın dostlarımızla bir araya getirmesi bile yeter Allah’a şükretmek için.
Komşulara ikram küslerle barış
Ramazanda bir şeyi daha hatırlarız: Apartmanda komşu diye birilerinin oturduğu aklımıza gelir. Merdivenlerde karşılaştığımızda zoraki selamlaştığımız bina sakinlerine yemek ikram ederiz, onların gönderdikleri yemekleri alırız. Bir geliş gidiş trafiği yaşarız ramazan boyunca. Yaptığımız tatlılardan bir tabak da komşularımıza gönderelim deriz. Onlar da bunu karşılıksız bırakmazlar. Bir de bakmışız ki, mübarek ramazan ayı görüşmeyen ailelerin kaynaşmasına vesile olmuş.
Başımıza bir felaket geldiğinde kapısını ilk çalacağımız kişinin komşumuz olduğunu düşünecek olursak, bizleri onlarla kaynaştıracak bir ay ihsan eden Rabbimize hamd etmek için yeni bir vesile edinmiş oluruz.
Ramazan bir hayra daha vesile olur, küs olduklarımızla barışırız. Rahmet ayının kuşatıcı sevgisi hepimizi kucaklar ve kalbimiz kırık olanlara karşı yumuşarız, onları affederiz. Böylece dargınlıkları sona erdirir, sudan bahanelerle uzak durduğumuz arkadaşlarımızla bir araya geliriz. Barıştıktan sonra da bunca zamandır boş yere bekleyip dargın durmuşuz deriz, içimizden hayıflanırız. Bir çocuk gibi mümin kardeşimizden uzak kaldığımız için kendimizden utanırız.
Ramazanın bereketi bizi de merhamet damarımızdan yakalar, görüşmediğimiz mümin kardeşlerimizle eski günlerimizden çok daha iyi bir arkadaşlık başlatırız. Deriz ki, iyi ki geldin ramazan! Ardından aklımıza Allah Rasulü s.a.v.’in şu güzel tavsiyesi gelir:
“Bir kişinin kardeşiyle üç günden fazla küs kalması helal değildir. İki mümin karşılaştıkları zaman birisi yüzünü şu tarafa, öbürü öte tarafa çevirir. Bu ikisinin hayırlı olanı önce selam verendir.” (Buharî)
Ve bir bayram coşkusu
Sonra ramazanımızı bayram namazıyla taçlandırırız. Namaz sonrasında mümin kardeşlerimize, evimizde ailemize sarılırız. Kardeşlerimizle, hayattaysalar anne babamızın evinde sabah kahvaltısında buluşuruz. Öperiz ellerinden hürmetle. Gözlerinden yaşlar dökülürken sarılırız onlara sıkıca. Sofranın başında şakalaşırız.
Babamız, gözünde hâlâ çocuk olduğumuz için işimizle ilgili tavsiyelerde bulunur, sert ifadelerle direktifler verir. Onun istediği gibi davranmadığımız için de hafiften azarlar. Diğer yandan annemiz yemeğimize müdahale ederek çocukluk günlerimizde olduğu gibi, “Az yiyorsun çocuğum, şundan da al!” der. Sonra yollara düşeriz. Kayınvalidemizle kayınpederimizi ziyarete gideriz. Onların da ellerini öper hallerini hatırlarını sorarız. Bir ihtiyaçları varsa görmeye çalışırız. Diğer akrabamızın büyüklerini ve hocalarımızı ziyaret için de çaba gösteririz. Böylece bayram günlerini ziyaretlerle geçiririz. Akşamları eve girdiğimizde yorgunluktan içeri zor atarız kendimizi. Fakat çok güzel bir şey yapmanın, büyüklerin dualarını almanın, gönüllerini okşamanın ve çocuklarımıza güzel örnek olmanın verdiği huzurla kendimizi bir başka mutlu hissederiz.
Neresinden bakarsanız bakın, her tarafı bir ders olan orucu iştiyakla beklememizden daha tabii ne olabilir? 
Müminin hallerine yabancı olanlar anlamakta güçlük çekebilir. Fakat biz böyleyiz, açlık günlerini bile iple çekeriz.