31 Ağustos 2012 Cuma

Çocuklara ve Gençlere İslâm’ı Nasıl Anlatmalıyız?

A. GİRİŞ

Bazı insanlar, özellikle gençlerden bir kısmı İslâm’ı bir bütün olarak kavrayamamaktan yakınmaktadırlar. Bu konuda, 1983-2010 yılları arasında derse gittiğimiz Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünde “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi ve Öğretim Yöntemleri” isimli dersi okuturken öğrencilerimizin çok sayıda ilginç sorularına muhatap olduk. Sorulardan biri de şöyle idi:

- Hocam, ilk ve ortaöğretimde yıllarca Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi okuduk ama din / İslâm bir bütün olarak hâfızamızda yer etmedi. Bazen camide bir vaaz dinledik veya bir dinî sohbette bulunduk, hocalar hep güzel şeyler anlattılar ama her biri İslâm’ın bir yanını, bir yönünü dile getirmiş oldu. Çocukların ‘boz-yap’ oyunlarındaki gibi bölük-pörçük bilgiler hafızamızda var ama o parçaları bir bütün halinde birleştirmekte zorlanıyoruz. İslâm’ı bir bütün halinde hafızamıza yerleştirebilmemiz için bir anlatım yapar mısınız?..

Evet soru böyle idi… Zor bir soru idi. Bu zor soruya eskilerin deyimiyle; “efradını cami, ağyarını mani” cevap bulabilmek, isteğe uygun bir anlatım yapabilmek için yıllarca düşündük, anlatım denemeleri yaptık. Yaptığımız anlatımı gerek İlâhiyat ve Eğitim Fakültesindeki öğrencilerimizle gerek yaz tatillerinde Milli Eğitim Bakanlığınca düzenlenen Hizmet İçi Eğitim Kursuna katılan Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenleriyle paylaşarak ve tartışarak aşağıda özetlemeye çalıştığımız anlatım yöntemini geliştirdik. İnşallah maksada uygun bir anlatım denemesi geliştirebilmişizdir.

B. ANLATIM

Anlatımımızı üç ayrı şahıs üzerinden yapabiliriz. Birincisi; Allah’a, Peygambere ve diğer iman esaslarına tereddütsüz inanan, ibadetlerini eksiksiz yapan, nefsinin olumsuz arzularına ve şeytana uymadan, ahlâklı ve günahlardan sakınan bir insan olarak hayatını sürdüren yani iyi bir mümin ve Müslüman olarak yaşayan insan, İkincisi; Allah’a, Peygambere ve diğer iman esaslarına inanmakla birlikte, ibadetleri bazen yapan bazen terk eden veya bazılarını yapıp bazılarını terk eden, zaman zaman nefsinin olumsuz arzularına ve şeytana boyun eğerek fırsat buldukça hırsızlık yapmak, işine geldiği zaman yalan söylemek, içki içmek, zina yapmak, kumar oynamak...vb. büyük günahlar işleyen, ahlâkı zayıf insan, Üçüncüsü ise; Allah’a, Peygambere inanmayan, bundan dolayı İslâm’a göre münkir, “kâfir” veya ikiyüzlü davranışlarından dolayı “münâfık” olarak nitelendirilen, hep nefsinin arzularına ve şeytanın isteklerine boyun eğerek yaşayan insan...

Şimdi İslâm’ı bu üç insanın hayatı üzerinden anlatmaya çalışalım. Anlatımı ilköğretim seviyesindeki çocuklarla gençlerin gelişimlerini ve anlama yetenek ve kapasitelerini dikkate alarak yapacağız. İnancımız o ki; eğer biz çocuklara ve gençlere İslâm’ı uygun metot ve yöntemlerle bir bütünlük içerisinde anlatabilirsek, umulur ki onlar İslâm’ı bir bütün olarak hâfızalarına yerleştirebilecekler ve daha sağlıklı bir inanca sahip olabileceklerdir.

1. İyi Bir Mümin ve Müslüman’ın Hayatı Üzerinden İslâm’ın Anlatımı

a. İslâm’a giriş

Anlatıma, şöyle bir soru ile başlayabiliriz:

- Çocuklar / gençler, alabildiğine geniş, etrafı çok yüksek duvar ve demir parmaklıklarla çevrili, içi rengarenk güllerle bezenmiş bir bahçe var. Bahçenin ortasında ve yüksekçe bir yerde ise; altı basamaklı merdivenle çıkılarak girilebilen bir ev bulunmaktadır. Evin bir girişi, geniş bir salonu ve üç de odası ve tabii WC ve banyosu mevcut... Böylesine güzel bahçeli bir eve sahip olmak ister misiniz?!.. Böyle bir soruya karşılık onlardan farklı cevaplar gelebilir.Kimi:

- Böyle bir evi nasıl alalım? Bizim böyle bir evi alabilecek kadar paramız yok ki... derken, kimi:

- Bizim zaten öyle bir evimiz / yazlığımız var, diyebilir... vb.

Bu tür cevaplara karşılık:

- Hayır, benim bahsettiğim ev, para ile alınmaz, bedavadır. Üstellik, babanıza, annenize, dedenize ait olan evleri de kastetmiyorum. Bu evi siz alacaksınız ve kendinize ait olacak... Çocuklar / gençler bu açıklama karşısında iyice meraklanırlar. Bunun üzerine konuya şöyle devam edilebilir:

- Paranız olsun-olmasın, sizin gibi çocuk veya genç yahut yetişkin insan olması da fark etmez, isteyen herkes böyle bir eve sahip olabilir. Ancak böyle bir eve sahip olmak isteyen kişinin önce onun kapısını açabilecek anahtarı elde etmesi gerekir. Bu anahtar, özel anlamı olan bir cümleden ibarettir ve bahçe kapısının üzerinde yazılıdır. Bu cümleyi kim içten okur / söyler ve kalpten benimserse, kapıya sinyal gider ve kapı kendiliğinden açılır. Eğer kişi bu cümleyi sadece dili ile söyler de içten benimsemezse kapı açılmaz. Çünkü kapının açılması için sinyal gitmemiş olur. Evet çocuklar, şimdi söyleyin bakalım; kapının açılması için söylenmesi gereken anahtar cümle ne olabilir?!..

Bu açıklama üzerine cevap olarak çocuklardan kimi:

- Kelime-i Şehâdet,” kimi “Kelime-i Tevhid” olduğunu söyleyebilir. Kimi de; “Eûzü-Besmele” veya yalnızca “Besmele” diyebilir. Belki bazen cevabı bilen çocuk / genç çıkmayabilir de... Eğer çocuklar tarafından doğru cevap bulunmuşsa tasdik edilerek, bulunamamış ise, anlatan kişi tarafından cevabı açıklanarak konunun anlatımına başlanabilir:

- Evet, çocuklar, kapının üzerinde yazılı olan ve “anahtar cümle” olarak kabul ettiğimiz Kelime-i Şehâdettir. Yani: “Eşhedü en-lâ ilâhe illaallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû verasûlüh” ifadesidir. İşte aslı böyle olan ve: “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka bir ilah yoktur ve yine ben şahitlik ederim ki Hz. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” anlamındaki Kelime-i Şehâdeti ve anlamını içten benimseyerek okuyan herkese böyle bir bahçenin kapısı kendiliğinden açılır. Kişi, Kelime-i Şehâdetle İslâm’a veya buradaki benzetmemizle adına “İslâm Bahçesi” denilen bahçeye giriş yapar. Böylelikle kişi, Müslüman olmuş olur. Ancak kişinin Müslümanlığı için yalnızca Kelime-i Şehâdeti okuyup benimsemesi yetmez,” denildikten sonra anlatıma devam edilir:

b. İslâm’ın inanç esasları

- Kelime-i Şehâdeti içten benimseyerek okuduk, kapı açıldı ve bahçeye / İslâm’a girdik. Peki bahçenin içinde neler olabilir?

Şimdi bir göz atalım:

Bahçe misk gibi kokulu, rengârenk güllerle, çiçeklerle bezenmiştir. Havuzundaki fıskiyeden sular fışkırmaktadır. Her tarafta kuşlar cıvıl cıvıl ötüşmekte ve insanı dinlendirmektedir. Bahçenin giriş kapısından eve doğru o güzelim misk kokulu güllerin ve çiçeklerin arasından giden bir yol vardır. Bu yoldan yürüyerek eve yaklaşıyorsunuz. Ancak, evin giriş kapısına ulaşabilmeniz için altı basamaklı bir merdiven çıkmanız gerekmektedir.Altı basamaktan her birinin yanında ise, bir tabela var ve siz o tabelaların üzerindeki yazıları okuyarak ve onları da içten benimseyerek basamakları çıkıyorsunuz.

1. basamakta: Allah’a inanıyorum,

2. basamakta: Meleklere inanıyorum

3. basamakta: Kitaplara inanıyorum

4. basamakta: Peygamberlere inanıyorum

5. basamakta: Ahiret gününe inanıyorum

6. basamakta: Kadere inanıyorum

diyorsunuz ve mü’min / inanmış kişi olarak evin kapısının önüne gelmiş oluyorsunuz. Çünkü bu altı esasa içten inanan kişiye mü’min denir.

- Çocuklar, bildiğiniz gibi, burada sıralananlara İmanın şartları denir. Bu altı maddenin sıralandığı esaslar inandım anlamına gelen âmentü kelimesi ile başlayan ve âmentü esasları olarak da anılan bir dua cümlesi ile özetlenmektedir. Büyükküçük herkesin bilmesi gereken Âmentü cümlesini hep birlikte okuyalım:

“Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî ve’lyevmi’l-âhiri ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî minallâhi Teâlâ ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti, hakkun: Eşhedü en lâ ilâhe illaallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resulühû.”

c. İslâm’ın şartları / ibadetler

- Şimdi sıra geldi o güzelim bahçenin ortasında yer alan güzel ve şirin evin kapısını açmaya... Evin kapısını nasıl veya ne ile açabiliriz?.. İsterseniz, evin kapısını açmadan önce sevgili Peygamberimizin bir sözüne / hadisine kulak verelim. Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: “İslâm dini beş şey üzerine kurulmuştur:
Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.av)’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet / tanıklık etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmaktır. “Bu sözü ile Sevgili Peygamberimiz, İslâm’ın şartlarını sıralamıştır.

Bunlar nelerdir?

1. Kelime-i Şehâdet getirmek/okumak

2. Namaz kılmak

3. Zekât vermek

4. Hacca gitmek

5. Ramazanda oruç tutmak.

İslâm’ın şartlarını, evin bölmelerinden her birinin karşılığı olarak düşünebiliriz. Buna göre: Evin giriş kapısını açmak için, yine o anahtar cümleyi yani Kelime-i Şehâdeti okumak ve tekrar etmek gerekmektedir. Çünkü evin giriş kısmını da, İslâm’ın beş temel esasından Kelime-i Şehâdet oluşturmaktadır.Evin en geniş mekânı olan salon kısmı, İslâm’ın en temel ve devamlı ibadeti olan namaz kılmak, diğer odalardan her birisi ise; oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek karşılığı olarak düşünülebilir.

d. İslâm’da temizlik

- Çocuklar / gençler, bir Müslümanın en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri temizliktir. Onun için dinimiz her namaz için abdest alarak ve gerektiği zamanlarda da guslederek / banyo yaparak bedenimizi temizlememizi ve temiz olarak Allah’ın huzuruna çıkmamızı emretmektedir. Ayrıca bir Müslüman olarak toplum içerisinde de daima temizliğe dikkat etmemiz gerekmektedir. Öte yandan dinimiz içimizin de temiz olmasını istemektedir. Kalbimizde kötü ve yanlış duygu ve düşünceler taşımamızın doğru olmadığını ifade etmektedir.

Öyle ise; kim önce kalbini temiz tutarak evin lavabosunda / banyosunda gerekli temizliğini yapar, namazını kılar, orucunu tutar, çalışıp helâl yoldan para kazanarak zekât verir ve hacca giderse, Müslümanlığının gereğini yapmış olur.

e. İslâm’ın ahlâk esasları

- Çocuklar / gençler, Kelime-i Şehâdeti anahtar, evin önündeki merdivenleri inanç esaslarının karşılığı olarak düşündük. Evin bölmelerinden her birini ise; temizlik ve ibadetler karşılığı olarak kullandık. Peki, bahçedeki güller, çiçekler neyi temsil etmekte veya neyin karşılığı olarak düşünülmektedir? Bu soruya karşılık doğru cevaplar gelirse, tasdik ederek, yanlış cevaplar gelirse tashih ederek açıklama yapmaya devam edilebilir:

- Evet çocuklar, bahçede açılmış lale, gül, sümbül, menekşe, zambak… vb. rengarenk güllerden ve çiçeklerden her birini ise, İslâm’ın ahlâk esaslarından birinin karşılığı olarak düşünebiliriz. Meselâ; affedicilik, arkadaşlık, cömertlik, dostluk, edepli olmak, emanete riayet etmek, iyilik (hayır) severlik, kanaatkârlık, merhametli ve şefkatli olmak, misafirperverlik, sabır, sevgi, selâm, sözünde durmak, alçak gönüllülük... vb. gibi.

İşte iman esaslarına inanan ve içten benimseyen bir kişi, ibadetlerini yapmak ve ahlâk kurallarına da uymak suretiyle -kendi iç dünyasında- ömrünü huzurlu ve mutlu bir şekilde böyle güzelim bahçeli bir evde geçiriyor demektir. Öldüğü zamanda ise, bundan çok daha güzel bir yer olan cennete gidecek ve orada Yüce Rabbimiz kendisine “altlarından ırmaklar akan köşkler” verecektir. Bakınız, Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde bu va’dini bize nasıl iletmektedir:

“İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine verileceğini müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden kendilerine yedirildiğinde: ‘Bu, daha önce de (dünyada iken) yediklerimizdendir’ derler. (Cennetteki bu rızık) onlara o dediklerine benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemizeşler de vardır ve onlar orada sonsuz olarak kalacaklardır.”

Sevgili Peygamberimiz de cennete gidecekler için Yüce Rabbimizin:
“Sâlih kullarım için ben, Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlünün hatırlamadığı birtakım nimetler hazırladım.” şeklinde buyurduğunu ifade etmektedir.

- Şimdi söyleyin bakalım çocuklar / gençler, hem dünyada iken oturduğunuz evde ve hem de kendi inanç dünyanızda böylesine güzel bir bahçeli eve sahip olarak huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamak ve öldükten sonra da çok daha güzellerinin verileceği cennete gitmek istemez misiniz?..

Bu soruya karşılık çocuklardan kuşkusuz olumlu cevaplar gelecektir. Alınan cevaplardan sonra ise şöyle devam edilebilir:

- Öyle ise, her zaman Allah’a inanalım ve O’nun bizden istediği gibi iyi bir insan, iyi bir Müslüman olmaya çalışalım. Bu maksatla da sık sık şu duayı okuyalım:
“Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr.” Anlamı şudur: “Ey Rabbimiz, bize dünyada iyilikler (iyi hal) ver ve âhirette de iyilikler ver ve bizi cehennemin azabından koru!”

2. Günahkâr Bir Mü’minin Hayatı Üzerinden İslâm’ın

Anlatımı

- Çocuklar / gençler, Kelime-i Şehâdeti benimseyerek okumak ve Allah’a ve diğer inanç esaslarına inanmakla birlikte, ibadetlerini bazen yapan bazen terk eden veya bazılarını yapıp bazılarını terk eden, yalancılık, ikiyüzlülük, zina, hırsızlık... gibi yanlış ve kötü işler yapan insan da anlattığımız gibi bir bahçeli eve sahip olabilir. Ancak, o abdest almak, gusletmek gibi gerekli olan temizliğe dikkat etmediği, ibadetleri gereği gibi yapmadığı için sahip olduğu ev, temizliğe dikkat eden ve ibadetlerini eksiksiz yapan insanınki gibi bakımlı ve güzel olamaz. Onun evi, ilgisizlikten ve bakımsızlıktan çatısı çökmüş, badanası boyası dökülmüş bir ev gibidir.

Ayrıca bu insan ahlâklı davranmadığı için; bahçesindeki güller solmuş, bakımsızlıktan her tarafı yabani otlar ve dikenlerle kaplanmış, bütün özelliklerini ve güzelliklerini kaybetmiş bir bahçe gibidir. Bu insan da -Allah’a inandığı ve inanç esaslarını kabul ettiği için- zaman zaman huzur ve mutluluğu tadabilir. Ancak onun huzur ve mutluluğu hiçbir zaman birinci kişininki kadar olamaz. Bu insan da, kıyametten sonra günahlarının karşılığı olan cezasını çektikten sonra cennete gider ve oradaki nimetlere kavuşabilir. Ancak onun kavuşacağı nimetler hiçbir zaman birinci kişinin kavuşacağı nimetler kadar güzel olamaz. Yani o, ancak dünyada yaptığı iyilikler kadar karşılık bulur...

3. İnançsız İnsanın Hayatı Üzerinden Anlatım

Allah’a, Peygambere ve diğer inanç esaslarına inanmayan bir kişi ise, İslâm bahçesine girebilmek için gerekli olan o anahtar cümleyi yani Kelime-i Şehâdeti hiç kullanmaz. Bazen başkalarının yanında münafıklık / ikiyüzlülük yaparak kullansa bile, kalpten benimsemediği için inanç dünyasında böyle bir bahçeli eve sahip olamaz. Ancak dünyada iken parası ve imkânı nispetinde, güzel evlere, köşklere veya villalara sahip olabilir. Dünya hayatında, -varlığına inanıp, kabul etmese bile- o da Yüce Rabbimizin kendisine verdiği nimetlerle yaşar, maddi zevklerini tatmin ederek ömrünü tamamlar. Ancak, onun sahip olduğu evler, köşkler ve villalar kökünden koparılıp vazoya konulmuş bitkiler gibidir, ahiret hayatına uzantısı yoktur. Kendisi öldüğü zaman onların hepsi bu dünyada kalır. Böyle inançsız insanlar için ise Yüce Rabbimiz cehennemi hazırlamıştır.

C. SONUÇ

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:

Allah’a inanan, ibadetleri yapan ve dünyada iken yararlı işler yapan insanlar;
Birincisi; dünyadaki evleri
İkincisi; inanç dünyalarındaki köşkleri
Üçüncü ve daha önemlisi ise; cennette oturacakları köşkleri olmak üzere üç mekana sahip olacaklardır.

Hem dünyada ve hem de ahirette huzur ve mutluluk içerisinde yaşayacaklardır. Allah’a inanmayan insanlar ise; yalnızca dünyada elde ettikleri nimetlerle yetinecekler, öldükten sonra herhangi bir nimete kavuşamayacaklardır. Onlar dünyada iken inkârcı olmalarının karşılığı olarak cehennemde ceza göreceklerdir. Tercih ve karar;

- Evet çocuklar / gençler, netice olarak karşımızda üç ayrı insan modeli durmaktadır. Şimdi size soruyorum:

- Birinci insan gibi mi olmak ve yaşamak istersiniz?!..

- İkinci insan gibi mi?

- Yoksa, üçüncü insan gibi mi?

Tercih ve karar sizin!..

Yazar : Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÖCAL

Published with Blogger-droid v2.0.8

30 Ağustos 2012 Perşembe

Bu Şarkılar Cehenneme Davetiye Çıkartır !


- Madem unutacaktın beni neden yarattın!

- Kader sen bize eşit davranmadın!

- Ben kulun değilim gücenme tanrım!

- Kul günahkârsa tanrı ne yapsın!

- Bir tanrıya taptım bir sana taptım!

- Secde ettim aşka taparcasına!

- Kapansın camiler, açılsın meyhaneler!

- Dertlerin kalkınca şaha bir sitem yolla Allah'a!

- Bana kaderimin bir oyunu mu bu?

- Kitabına uydur gel uysa da uymasa da!

Yazarken bile Yaratıcım'a karşı kusur işlemekten çekindiğim şarkı sözleri...

Bazı zamanların en çok dinlenen, duygulara tercüman olduğu söylenen şarkılar.

İnsana her türlü nimeti veren Cenah-ı Hakk'a karşı  aciz bir insanın bu sözleri ağzına dolayıp ''içten bir şekilde'' söylemesi hayretler verici bir durum! Eşref-i Mahlukat olan insanın Allah'a karşı isyan bildiren bu sözleri şarkı diliyle kullanması ''Allah'a karşı isyan olmuyor'' gibi  bir izlenim oluşturdu ve bu yüzden Müslüman olan insanlar bu şarkıları rahatça, sanki bir arıza yokmuş gibi yazıp rahatça dinleyebiliyor.

Ama elbette öyle değil. Bu şarkıları dinleyen insan şarkının içindeki sözleri nasıl benimseyip, ''aklını kullanarak'' kabul ediyorsa aynen bunun gibi isyan bildiren sözleride kendi dilinden çıkmış gibi Allah'a iletiyor. Bu da muhakkak ki o insanın imanını korkunç derecede zayıflatıp, Allah ile arasında olan iman bağına zarar veriyordur.

Allah'u Teala kullarına kendisine karşı isyan edilmemesi konusunda Kur'an-ı Kerim'de şu ayetlerle mesaj yollamaktadır;

''Kim Allah'a ve Peygamberine İSYAN eder, KOYDUĞU SINIRLARI AŞARSA, Allah'da onu ebedi kalacağı cahennem atesine atar.''  Nisa Suresi 14. Bir diğer surede ise şöyle geçiyor isyan konusu; '' Her kim Allah'a ve Resulüne ASİ olursa açık bir SAPIKLIK etmiş  olur'' Ahzap Suresi 46

Aklını kullanıp bilinçli düşünebilen her insan anlayacaktır ki, bahsini ettiğimiz şarkılarda geçen ifadeler elbette Allah’a, Allah’ın kuluna dünya hayatında önünü sunduğu sınava isyandan başka bir şey değildir. Ve Allah’da Yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de Kendisine yapılan bu isyanın karşılığının ne olacağını açıkça belirtmiştir.

Halık-ı Kainat insanı taş, toprak yada hayvan ve bitki olarak değilde insan olarak yaratılma nimetini sunmuş, insanlar içindede Müslüman olmakla şereflendirmiş kendisine binlerce güzel nimetler vermişken o insanın ‘’Ben kulun değilim, gücenme tanrım.!’’ şeklindeki bir ifadeyi Yüca Yaratıcısı olan Allah’a karşı kullanması ne kadar akıldan ve mantıktan uzak bir durum! Kul bu sözleriyle MÜTHİŞ BİR CESARETLE kendisinin artık Allah’a kul olma nimetinden vazgeçtiğini AŞKLA ifade ediyor.

‘’Madem unutacaktın beni neden yarattın!’’ bu da en çok dinlenen arabesk şarkılarının arasında yer olan isyan dolu diğer bir söz. Madem unutacaktın beni neden yarattın!  Canab-ı Hakk hiçbir kulunu bir an olsun unutmaz.
‘’Senin Rabbin seni unutmuş değildir.’’ Meryem suresi 64

Kul eğer hayatta ise ve nefes alıp verebiliyorsa Yaratıcısı onu unutmamış demektir. Allah’ın kulunu unuttuğu an, onun yok olduğu andır. Bu da hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği için Allah’ın kulunu unutması kuluna, madem unutacaktın… gibi bir söz söyletmesine sebeb olması imkansızdır. Allah kulu ile sadece dünyada değil dünya hayatından sonrada an ve an alakadardır.

‘’Bir tanrıya taptım, bir sana taptım.’’ Allah bizlerden sadece Kendisine tapmamızı isterken, Kendisi tarafından bize verilen sevme ve aşk gibi duygularını  fani bir varlık için aşırı ölçüde kullanıp, ona ‘’sana taptım’’ sözlerini kullanacak dereceye getirmek ne büyük bir yanlış!  Allah kulunun bu durumunu nasıl karşılıyordur!

“ Deki, Ben Rabbime isyan edersem gerçekten, büyük bir günün (kıyamet gününün) azabından korkarım.’’
   En'am Suresi 15

İçinde Yaratıcımız olan Allah’a karşı isyan olan şarkılar bitmek bilmiyor… Bir diğer şarkıda ‘’Kul günahkarsa tanrı ne yapsın.’’ Kul günah işler ve ondan sonra inancı sağlam ve imanı varsa Allah’a tövbe eder ve Allah kulunun tövbesine karşılık verir. Kul günahkarsa tanrı ne yapsın şeklinde bir ifadeyi kullanan insan Allah’ın bağışlama sıfatı yok etmiş olur! Kur’an-ı Kerim’de Allah bağışlanma konusunda kullarına şöyle buyurmaktadır;

‘’Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.’’ Nuh Suresi 10

Bu şarkılar ile Müslüman olan insanları Allah’a isyan eden, tabiri caizse O’na kafa tutan insanlar haline getiriliyor, ahiret sınavında onlara en çok lazım şey olan imanları zedelenip yıkılıyor.

En acı durumda Müslüman olan insanlar Allah’a karşı yaptıkları bu isyanın farkında bile olamıyorlar…

Kendini bu tür şarkıları şarkının içine katarak dinleyen insan bu şarkılardan biraz uzaklaşıp hakiki Müslüman bilinciyle baktığında kendisinin dünyada ki en büyük yanlışı yaptığını Yaratıcısına isyan ettiğini net bir şekilde görecektir. Dünyada akıl ve mantıktan en uzak şey nedir? Diye sorulsa buna verilecek cevapların başında gelir aciz bir kulun Yüce ve Ululuk sahibi Yaratıcısına isyan etmesi...

İblisin Cennetten kovulup Cehenneme atılmasınada Yaratıcısı olan Allah’a asi olup isyan etmesi sebep olmuştu…

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şarkı ve müzik konusunda Risale-i Nurda şöyle bahsetmektedir ;

‘’Hatta kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kainattan gelen manevi nidaları (sesleri) işitir. Lisan-ı hal (hal diliyle) ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder (anlar). Hatta o nur-u iman sayesinde rüzgarların terennümatını (seslerini) , bulutların naralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını (güzel seslerini)  ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbani kelamları ve ulvi tesbihatı işitir.

Sanki kainat, İlahi bir musiki dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla (sesle) kalblere hüzünleri ve Rabbani aşkları intiba ettirmekle (tesir ettirmekle) kalbleri, ruhları, nurani alemlere götürür, pek garip misali levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder (ulaştırır). Fakat o kulak, küfürle tıkandığı zaman, o leziz, manevi, yüksek savtlardan (seslerden) mahrum kalır.

Evet, ulvi hüzünleri, Rabbani aşkları iras eden (veren) sesler helaldir. Yetimane hüzünleri, nefsani şehevatı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.’’

Gençler bu zamanda günümüzün olumsuz, sosyal etkenlerinin de etkisiyle ufak bir sevgiye tutulduğu zaman kendini aşık zannedip derbeder eder, o anda kendi hislerine yakın zannettiği bu tür şarkıları dinler ve aklını devreden çıkararak kalbi ile o sözlere eşlik eder… Ve ne yazık ki eşlik ederkende Yaratıcısına ne gibi büyük bir isyanda bulunduğundan bihaberdir.

Rabbim bizleri bu gibi isyan bildiren, Kendisinden uzaklaştıran, Şeytana yakınlaştıran müziklerden ve şarkılardan uzak tutup, kalplerimizi, kulaklarımızı Kendisine davet eden müziklerle şenlendirsin!

Hatalar, kusurlar bize güzellikler O'na (C.C) aittir.

( Alıntı )
Vesselam

Published with Blogger-droid v2.0.8

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Kanadı Kırık Kuşun Hikayesi

Şakik Belhi (r.a) Tevekkülünü Nasıl Düzeltti, İbrahim b. Edhem (r.a) neler dedi?


Arabi, Allah Rasûlü’ne sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü, devemi bağlayayım mı, yoksa salıverip tevekkül mü edeyim?”
Rasûlullah (s.a.v) buyurdular:
“Önce deveni bağla, sonra tevekkül et!..” (Tirmizi)
Yine Allah Rasûlü (s.a.v) buyurdular:
“Eğer Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç çıkıp akşam tok dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı.” (Tirmizi)
Şakik Belhi (r.a), rızık temin etmek için çalışmaz, sebeplere tevessül etmezdi. Bir ara hacc dolayısıyla Mekke’de İbrahim İbni Edhem (r.a) ile karşılaştı. İbrahim İbni Ethem (r.a) ona, rızık temini için böyle çalışmamasına neyin sebep olduğunu sordu. Şakik Belhi anlattı:
“Bir zamanlar çölde yolculuk yapıyordum. Çöl ortasında kanadı kırık bir kuş gördüm. Hareket edemiyor, uçamıyordu. Kendi kendime, “Bak bakalım, bu kuş nereden ve nasıl besleniyor?” dedim ve biraz ileride bir yere saklanarak beklemeye başladım. Derken ağzında bir çekirge bulunan bir kuş uçarak geldi ve çekirgeyi kanadı kırık kuşun ağzına bıraktı. Bundan sonra ben de kendi kendime şöyle dedim:
“Bu sağlam kuşa, bu kanadı kırık kuşu besleten Allah, her nerede olursam olayım beni de besler!”
Ve çalışmayı bıraktım, sırf ibadetle meşgul olmaya başladım.”
Bunun üzerine İbrahim İbni Edhem (r.a) şöyle dedi:
“Niçin sakat kuşu besleyen sağlam kuş olmuyorsun, ki daha faziletli ve şerefli olasın! İşitmedin mi Allah Rasûlü (s.a.v) ne buyuruyor:
“Veren el, alan elden hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)
Hem daima her işinde, her şeyin en yüksek derecesine talip olmak müminin şanındandır. Çünkü Allah’ın iyi kulları mertebesine ancak bu suretle yükselinir.”
İbrahim İbni Edhem’in (r.a) bu sözleri üzerine Şakik Belhi (r.a), yanlış yolda olduğunu anladı, O’nun elini öptü ve:
“Sen bizim üstadımızsın!” dedi.
Kaynak: İlahi Nizam /İmam-ı Gazali (r.a)

14 Ağustos 2012 Salı

Manevi Kariyer Yolcusunun Dikkat Etmesi Gereken Beş Esas


1- Helal lokma YE !!!
Manevi kariyer yolcusunun pusulası manevi kalbidir. Manevi kalbin gıdası da füyuzat-ı ilahi(feyiz ve nur-u ilahi)dir. Füyuzat-ı ilahi geldikçe manevi kalb doğru istikamet(sırat-ı müstakim)’i gösterir.
İnsan vücuduna şüpheli bir lokmanın girmesi füyuzatın kesilmesine; füyuzatın kesilmesi kalb(letaif”kalb, ruh, sır, hafi, ve ahfa”)’in durmasına, kalbin durması da manevi hastalığa sebeb olur. Vücuduna şüpheli lokma giren mümin; pusulası yanlış istikameti gösteren, yolda kalmış hasta bir yolcuya benzer.
Manevi kariyer yolcusunun bu halin başına gelmemesi için haram lokma yemekten kaçınması icabettiği gibi şüpheli şeylerden de kaçınması icabeder. Bilhassa bu kadar çok şüpheli gıdanın var olduğu zamanımızda kendisinin yaptığı veya çok iyi bildiği kimselerin yaptığını yemesinden başka çare yoktur.
Şâh-ı Nakşibendî (k.s.) Hazretleri, buyurdular ki:
“Yenilecek bir gıda, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaflet içinde, gadapla veya istemeyerek hazırlansa, tedarik edilse, onda hayır ve bereket yoktur.
Zira ona nefs ve şeytan karışmıştır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka çirkin ve hoş olmayan netice meydana gelir. Gaflete dalmadan hazırlanan ve Allâhü Teâlâ’yı düşünerek yenen helâl ve temiz yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır.
Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû’ ve hudû’ halinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye, Allâhü Teâlâ’yı hatırlayarak yemeği pişirmek ve yemeği Allah (c.c.)’ın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış olan kimse, namazdan tat alamaz.”

2- Namazlarını cemaatle KIL !!!
Cemâate devâmlılık, manevi kariyer yolcusunun doğru istikamette olduğunun alâmetidir.

3- Günlük ve haftalık vazifelerine dikkat ET !!!
- Sohbetler,
- Hatm-i Şerifler,
- İhlâs-ı Şerif Hatimleri (Hatmi Hacegânı Nakşi ve Hatmi Hacegânı Kadiri)
– Yasin-i Şerif Hatmi,
– Ayet’ül Kürsi Hatmi,
– Salevât-ı Şerif Hatimleri (Nariye, Terficiye …)
- Rabıta-ı Şerife,
- Zikr-i Kalbi.

4- Bir elini hizmetlerde BULUNDUR !!!

5- Aylık olarak Piran-ı İzamın Kabr-i Şerifini ziyaret ET !!!
Manevi kariyer yolcusunu bir anda derece yada dereceler atlatan Kabr-i Şerif ziyaretlerdir. Manevi kariyer yolcusu, Piran-ı İzam’ın kabirlerini ziyaret ettiğinde, kabirdeki büyüğün sıfat ve hâllerinden ne anlamış ve ne sebeple kendisine yönelmiş ise o derecede füyuzat-ı ilahiden istifade eder. (Kabının derinliği ve genişliği nispetinde …)
İmam-ı Rabbani hazretleri, 291. mektubunda buyuruyor ki:
“Delhi şehrinde, bayram günü, hocam Muhammed Baki Billah’ın mezar-ı şerifini ziyarete gitmiştim. Mübarek mezarına teveccüh ettiğim zaman, mukaddes ruhaniyeti ile iltifat buyurdu. Bu garibi öyle okşadı ki, Hace Ubeydullah-i Ahrar’dan kendisine gelmiş olan feyzleri ihsan eyledi. Bu nisbete kavuşunca, Tevhid marifetlerinin hakikati hâsıl oldu.”

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Şu mübarek Şehr-i Ramazan...

Şu mübarek Şehr-i Ramazan,
Muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar.
Dakikası bir gündür, saati iki ay,
Günü birkaç sene hükmünde bir ömr-ü bakidir.

| Bediüzzaman Said Nursi

9 Ağustos 2012 Perşembe

Selam


Selam, huzur ve esenliktir. Ruhun, elest bezminde verdiği söze sadakattir. Etrafına faydalı olanlar, ülkede asayişi temin edenler, aşını ekmeğini ağız tadıyla yiyenler sözünde doğru olanlardır. Sabırlı, itaatte ısrarlı, menhiyat işlememeye kararlı, iç ve dışta sulhu temin eden, Allahü Teâlâdan korkanlar ezel bezminde verdiği ahde bağlı kalanlardır. Selam bütün peygamberlerin ortak özelliği olan tevhiddir.

Allah'ı ve Resulü’nü inkar etmeyen, Peygamberlerle Cenâb-ı Hakk'ın arasını ayırmayan, imanla küfür arasında bir yol tutmayan, Kitab-ı Kerim'i belli bir zamana hapsetmeyen, sağlam bir itikattir.Yaratılan her zerrenin kul olduğuna inanan, insin ve cinnin sorumluluğuna inanmanın adıdır selam. Namazda gönlüne, insanlar arasında diline yemekte midesine, bir başkasının evinde gözüne sahip olanların sıfatıdır selam.

Başkasına yaptığı iyilikle, bir başkasının kendisine yaptığı kötülüğü unutan hal ehli insanların özelliğidir selam. Hiçbir an Allahü Teâlâyı ve ölüm gerçeğini hatırından çıkarmayanların huyudur selam.İçiyle barışık olmayanların, çevresiyle barışık olmayacaklarına kani olmaktır selam. Kalbi ıslah ile, bütün vücudunu ıslah etmenin adıdır selam. Gönlü sohbet, zikir, murakabe ve teveccüh ile huzura erenlerin, bütün azalarından nur neş’et eder, doğar.

Selam ehlinin ayakları cihadda, elleri infakta, dilleri zikirde, kulakları nasihatte, gözleri ibrette, beyinleri yüce kudreti tefekkürde, gecesi kıyam ve secdede, gündüzleri tebliğ ve davettedir.Hz. Fatih Sultan Mehmet gibi, ülkesinde her din mensubunu ibadetinde serbest bırakmanın güzelliğidir selam. Vedud olma, halkına acıma, sevgi ve muhabbet duyma yerine, haksız yere silah çekme değildir selam.

Tanıyıp tanımadığımıza verelim selam. Uğradığımız zaman bir kabristana, geçmişlere rahmet dileyerek verelim selam. Cenazeye iştirak ile, hastaları ziyaret ile, komşuları memnun etmekle, salihleri ziyaretle, misafire ikramla, fakirlere ziyafet ile, dostları memnun etmekle verelim selam. Toplantılarda âdâb-ı muaşeretle, aksırana teşmitle, 'yerhamükallah' “Allah sana rahmet etsin” demekle, mü’minlerle musafaha ile, selam ve hayır sahibi olmakla selam verelim.

Büyüklere hürmetle, küçüklere şefkatle, dostları gözetmekle, insanların kusurunu bağışlamakla, küskünleri barıştırmakla, mahlukâta zahmet vermemekle, insanlarla güzel geçinmekle, tatlı dil ve güler yüzle verelim selam.Adam kaçırıp yol kesen, evi barkı perişan eden, ormanı yakıp kül eden, vasıtaları harap eden canilerin cinnetinden vazgeçip hidayete ermelerine dua etmekle verelim selam.

Doğal afetlere uğrayan sel, heyelan ve depremle ve birçok sıkıntılara maruz kalan kardeşlerimize 'veren el' olmakla edelim selam.Selam verip almak, kardeşliğin alametidir.Muhabbetin işaretidir. Yalnız selam verirken rüku’a varırcasına eğilmek caiz değildir. Selama karşılık veremeyecek halde olanlara selam vermek mekruhtur. Namaz kılana, Kur’ân okuyana, hutbede hatibi dinleyene selam vermek icap etmez. Küçükler büyüklere, binekli olanlar yürüyenlere, ayakta olanlar oturanlara, geriden gelenler önden gidenlere selam verirler.

Efendimiz (sav): "Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size bir şey söyleyeyim mi? Onu yaptığınız zaman birbirinizi sevmiş olursunuz. Aranızda selamı yayınız." buyuruyor.


Ali Ramazan Dinç Efendi Hazretleri (K.s)

5 Ağustos 2012 Pazar

Namaz Kılan Silüetin Sırrı

Namaz Kılan Silüetin Sırrı

Sivas’ın Divriği ilçesindeki Ulu Cami ve Darüşşifası’nı inşa eden mimar ve ustaların, bu eşsiz eserde ortaya çıkan ‘Namaz kılan insan’ ve diğer silüetler ile gölgeler için çok ince hesaplar yaptıkları, tarihi eseri hayata geçirmeden 2 yıl boyunca güneşin doğuşundan batışına, yıldızların çıkışından kayboluşuna kadar her şeyi hesapladıkları bildirildi.
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası ile ilgili araştırmaları ve kitapları bulunan, bilgilerini ziyaretçilerle paylaşan araştırmacı-yazar Ruhan Özaygün, eşsiz eserin bilinmeyen yönlerini AA muhabirine değerlendirdi.
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’nı, ‘Bilimin ve ilmin birleştiği bir mimari yapı’ olarak nitelendiren Özaygün, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun (UNESCO) ‘Dünya Kültür Mirası Listesinde’ yer alan eserin yapımı aşamasından önce de bilimden faydalanılarak hazırlıklar yapıldığını söyledi.
Özaygün, Mengücekoğulları’nın Divriği’ye kazandırdığı bu şaheserde ortaya çıkan ‘Namaz kılan insan’ ve diğer siluetler ile gölgeler için, tarihi yapıyı inşa eden mimar ve ustaların çok ince hesaplar yaptığını, bu siluetlerin ve gölgelerin tesadüf olmadığını belirterek, ‘Eseri inşa eden mimar ve ustalar, binayı yapmadan önce 2 yıl boyunca güneşin doğuşundan batışına, yıldızların çıkışından kayboluşlarına kadar hepsini hesaplamış. Bu hesaplar yapıldıktan sonra, elde edilen sonuç, bu eser üzerinde gösterilmeye çalışılmıştır. Kapılarda ilk etapta siluet bakıyor, temaşa ediyor. İkincisinde siluetteki o kişi kitap okuyor, üçüncü durumda namaz kılıyor, dördüncü olayda ise kadına çevriliyor. Onun için burada tesadüf bir şey yoktur, eseri ilme hizmet, hakka hizmet, fisebilillah (Allah rızası için) düsturuyla yapmışlardır’ diye konuştu.
Bu eseri yapan mimar ve ustaların, kapılardaki motiflerin her birini ince ince hesapladığını, söz konusu motifleri yaparken ilime, bilime ve Kur’an-ı Kerim’e başvurduğunu vurgulayan Özaygün, mimarın ve ustaların devrin teknolojisine uyum sağlayarak bazı gölgeler oluşturduklarını ifade ederek,şunları anlattı:
‘Kur’an-ı Kerim’de Furkan Suresi’nin 45 ve 46. ayetlerini okuduğumuz zaman bu gölge meselesinin iç yüzünü anlayabiliriz. ‘Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye delil kıldık. Sonra onu kendimize yavaş yavaş çektik’ ayetlerinden de göreceğiz ki burada asıl gölge değil, gölgeyi uzatan güneş ile gölgenin hareket ve tavırlarını bilmek mecburiyetindeyiz.’
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’nın batı kapısında (taç kapı) ikindi vakti görülen namaz kılan erkek silueti, cennet kapısında saat 07.00 sıralarında çıkan namaz kılan kadın silueti ve şah kapısında saat 09.00 sıralarında oluşan ve eseri yaptıran Ahmet Şah’ın başını temsil ettiğine inanılan erkek kafası silueti, görenleri adeta büyülüyor.
Özellikle tarihi eserin batı yamacında camiye girişi sağlayan taç kapıda, ikindi namazı vaktinde güneşin etkisiyle ortaya çıkan, yaklaşık 4 metre uzunluğundaki ‘namaz kılan insan’ silueti ziyaretçilerin ilgi odağı oluyor.
Tarihi eseri görmeye gelenler, ziyaret saatlerini namaz kılan insan siluetinin çıktığı ikindi namazı vaktine denk getirmeye çalışıyor.
Yıllarca fark edilemeyen siluetin, 2005 yılında fotoğraf çeken bir turist tarafından görüntülenmesinin ardından ünü yurt dışına kadar ulaşmış. Kente gelen yerli turistlerin yanı sıra yabancı turistler de güneş giriş kapısına vurduğunda ortaya çıkan gölgenin önünde fotoğraf çektiriyor.

Avuç içi..!


Avuç içi..!
Arif Nihat, iyi bir müslümandı.
Bir gün bana: “Yavuz sağ elini aç bakayım. Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku!”
Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu.
“Sol avucunu aç; onda ne yazıyor?” dedi.
Açtım, onda da 18 yazıyordu.
“81’le 18’i topla” dedi. Topladım 99.
“Bu rakam sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu.
“Tabiki Allah (celle-celâlüh)’ün 99 ismini!”diye cevapladım.
“Peki 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?” Elbette 63. “Peki bu sana neyi çağrıştırıyor?” diye sordu.
Düşündüm!
Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ölüm yaşı geldi. Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) 63 yasinda ölmüstü.
Bana dönerek: “Bak Yavuz! Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur.
Bu asla tesadüf olamaz.
Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu.” dedi.

Yavuz Bülent Bakiler

ALLAH’ın Rahmetinden Yalnızca Kafirler Ümit Keser

Ümit Kesmek

“…Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (YUSUF SURESİ 87. Ayet)
Günümüzde müslüman gençliğin önündeki manevî engellerden biri ümitsizlik ve karamsarlıktır. İlk insandan bu yana devam eden Hak ile Batıl arasındaki iman ve ahlak mücadelesinde bugün psikolojik boyut ağırlık kazanmıştır. Dünya çapındaki teknolojik, medyatik ve kültürel imkânlar şuurlu müslümanları sindirmek, küçük düşürmek ve pasifize etmek için kullanılmakta ve bunun tabiî sonucu olarak inançlı kesimde ümitsizlik ve karamsarlık yaygınlaşmaktadır.
Genç adam ümitsiz… Aradağı, özlediği, izinden gideceği canlı ideal örnek bulamamakta, hayatın gerçekleriyle yüzyüze gelince tertemiz hayalleri yıkılmakta ve geleceğe ümitle bakamamaktadır.
Eğitimci ümitsiz… Öğrencisinden istediği verim ve kaliteyi alamadığından, vefakâr ve fedakâr öğrenci bulamadığından yakınmaktadır.
Bugün hayatın her alanında; eğitim, irşad, ekonomi, medya, siyaset, ticaret, sağlık ve diğer alanlarda, kamu ve özel sektörde pek çok kimsede karamsarlık ve ümitsizlik durumu yaşanmaktadır. Özellikle İslâmî çalışmalarda, eğitim müesseselerinde, hayır kurumlarında bir müddet bulunup ta daha sonra bu çalışmalardan ayrılan kişilerde hayal kırıklığı, karamsarlık ve ümitsizlik hali sıkça görülmektedir.
Psikolojik bir hastalık olan ümitsizlik kişiyi atalete, tenbelliğe ve uzlete sürüklemekte, toplumdan uzaklaştırmaktadır. Kişiyi pasifize etmekte, bitkinlik, yılgınlık, çaresizlik, vurdumduymazlık ve ilkesizliğe itmektedir.
Yeis (ümitsizlik) öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun.
Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun?!.
Kur’anda “Ümitsizlik” kavramı
Kur’an-ı Kerimde “yeis” ve “kunût” ifadeleriyle 15 ayette yeralan ümitsizlik, arzu edilmeyen, reddedilen, yasaklanan bir düşünce ve davranış biçimi olarak ele alınmıştır. Ayrıca 20 ayette Allahın rahmetini ve ahireti ümit “recâ” konusuna yer verilmiştir.
Kuran-ı Kerime göre ümitsizlik ve karamsarlık, insanlığın kötülükler, felâketler ve sıkıntılı durumlarda başvurduğu faydasız ve olumsuz bir tepki mekanizmasıdır.
“İnsanlar, kendilerine bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. İşledikleri günahlar yüzünden başlarına bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe kapılırlar.”2
Kur’an-ı Kerimde yüzlerce ayette ilahî rahmet vurgulanmış, Allah’ın geniş, sonsuz ve engin rahmetinden ümidimizi kesmemiz açık ve net ifadelerle yasaklanmıştır: “Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”3
Hidayet üzerinde olanların ümitsizliğe kapılmaları istisnaî bir durumdur. Kitabımızda Allah’ın rahmetinden ümidi kesme düşüncesinin, mü’mine yaraşır ve yakışır bir düşünce ve davranış biçimi olmadığı değişik vesilelerle vurgulanmış, ancak “inançsızlar” ve “sapıklar” ın ümitsizliğe kapılacakları ifade edilmiştir.
“Kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”4
“Melekler İbrahim’e:
-Biz sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma, dediler. Bunun üzerine İbrahim:
-Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser? dedi.”5
Bizim inancımıza göre, sebep ne olursa olsun Allah’ın yardımından ve rahmetinden ümitsizliğe, karamsarlığa ve kötümserliğe kapılmaya yer yoktur.
Mü’min kul kendisinden beklenen görevin “iman, ihlas ve cihad” olduğuna inanacak, bu çerçevede çalışacak, elde edilecek sonuçtan sorumlu olmayacak tarzda samimî, planlı ve düzenli çalışacak ve bundan sonra da sonuç ne olursa olsun üzülmeyecektir.
Bu konuda Peygamberimiz’in eşsiz hayatı bize örnek olmalıdır. Efendimiz (s.a.v) küfür ve şirk toplumunda Hakkı Tebliğ mücadelesinde tek başına yılmadan, usanmadan, bıkmadan şanlı bir mücadele sergiledi. Bizzat yakınları tarafından en ağır eza ve cefalara uğradı.. Tebliğ için gittiği Taif yollarında taşlandı.. Hicret esnasında evi kuşatılarak yokedilmek istendi.. Çok sevdiği Mekke’den ayrılmak zorunda kaldı Ama buna rağmen büyükbir coşku ile asla ümitsizliğe kapılmadan bu yolda yürümeye devam etti.
Allah Rasûlünün değerli ashabı O’ndan aldıkları aşk ve şevkle iman mücadelesine devam ettiler. İslâm sancağını bir adım öteye götürme azmiyle koştular. İman, ibadet, ihlas, takva, ilim ve cihad erbabı olarak cihanı aydınlattılar.
İslam alimleri, gönül adamları nice olumsuzluklara, imkânsızlıklara ve engellemelere rağmen tarih boyunca tebliğ, davet ve irşad yolunda azimle çalıştılar. Yılmadılar, usanmadılar, ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmadılar.
ÜMİTSİZLİĞİN ÇÖZÜMÜ!
Ümitsizliğin, çaresizliğin, tükenmişliğin, karamsarlığın ilacı güçlü bir iman, sarsılmaz bir tevekkül, Allah’a sonsuz güven, sebeplere sarılıp gayrete devam etmek neticeyi Allahâ havale etmektir.
İman, kişiye ümit, canlılık ve dinamizm verir. İman gücü iradeyi güçlendirir. İman gücü kişiyi motive eder. İmanlı genç en büyük güven kaynağı olan Rabbinden alacağı manevî destekle hareket eder.
Elde edilen geçici olumsuz sonuçlara aldırış etmeden azimli, gayretli ve çalışkan olmak ümidi kamçılayan en önemli faktörlerdendir. Ümit gayreti, gayret de ümidi arttırır. Ümitsizlik yeniliğe ve açılıma engeldir. Ümitsizlik tükenmişliktir.
Ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılarak İslâmî çalışmaları terk etmenin, toplumdan uzak bir hayat yaşamanın, Cemaate küserek yanlızlığa çekilmenin sorumluluğu basit bir sorumluluk değildir.
Hz. Ebubekir (r.a)’in halifeliği döneminde müslümanların bir bölümü dininden dönmüş, peygamberlik iddia edenler çıkmış, zekâtı vermeyi reddeden kimseler görülmüştü. Bu olaylar karşısında Hz. Ebubekir (r.a) kesinlikle ümitsizliğe düşmemiş, olayları sabır ve metanetle, iman ve itidalle karşılamıştı. O günlerde Hz. Ebubekir (r.a)’in söylediği şu sözü kulaklarımızda yankılanmalıdır: “Ben sağ olduğum müddetçe bu din nasıl ortadan kalkabilir?”
Moğollar Bağdat’ı işgal ettiklerinde yüzbinlerce kişiyi öldürmüşler, kütüphaneleri talan etmişler, ilim ehlinin göz nuru döktükleri eserleri katletmişlerdi. Ümitler kaybolmuş, artık İslâmın yeniden dünyaya hakim olması “hayal” olarak nitelenir olmuştu. Ama Allah’ın rahmeti yine tecelli etmiş, kuru toprağa can veren, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan Allah yeni nesillere canlılık ve dinamizm ihsan etmiş, İslâm medeniyeti insanlığa sevgi ve rahmet mesajını sunmaya devam etmişti.
Haçlıların Mescid-i Aksa’yı bir asır boyunca istila etmelerinden sonra Kudüs’ün tekrar fethedileceğini kim tahmin edebilirdi? Salahaddin-i Eyyubî’nin Hıttîn Savaşı’nda galip gelip bu diyarı kurtaracağını kim düşünebilirdi?
Allah’ın yardım edeceği inancı ve ümidi olmasaydı, yedi düvele karşı, karşı kadını-erkeği, genci-yaşlısı ile verdiğimiz şanlı iman mücadelesi sonunda Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla gerçekleştirebileceğimizi kim düşünebilirdi?
Allah’ın yardım edeceği inancı ve ümidi olmasaydı, Afgan mücahidlerinin onbir yıl süren savaştan sonra Kızılordu karşısında galip geleceğini kim iddia edebilirdi?
Bizim inancımızda ve çizgimizde ümitsizliğe yer yoktur. İman, İhlas, Cihad ve Allah’ın rahmetine duyulan “Ümit” varolduğu müddetçe Allahın izniyle bu çeşit zaferler gerçekleşecektir.
“Kâfirler hoşlanmasalar da Allah’ın nurunu tamamlayacaktır”15 müjdesini alan mü’min, İslâmın yeryüzüne hakim olmasından nasıl ümitsiz olabilir?
“Mü’minlere yardım etmek, bizim üzerimize hak olmuştur.”16 ilahî vaadini duyan mü’min, Allah’ın yardımından nasıl ümidini kesebilir?
Dr. H. İbrahim KUTLAY

Duânın on âdâbı vardır!


1- Şerefli vakitleri aramak: Sene içerisinde arefe gün­le­ri, Ra­ma­zan ayı, cum’a günü ve geceleri, seher vakti … gibi.
2- Şerefli hâllerden istifâde etmek: islâm ordusu ile küf­fâr ordu­sunun karşılaştığı zamanda ve ezan ile kâ­met ara­­sında, oruçlu iken, secde hâlinde…
3- Kıbleye dönerek ellerini kaldırıp duâ etmek: ibn Abbas’ın rivâ­yetinde; «Resûl-i Ekrem duâ ettiği zaman iki elini birleştirir ve avuçlarının iç kısmını yüzüne doğru çevirirdi».
4- Duâyı gizlice yâni hafif sesle yapmak: A’râf sûresinin 55. âye­tinde Rabbimiz: «Rabbinize gönülden gizlice yal­varın.» buyuruyor.
5- Duâda yapmacık sözlerden sakınmak: Duâ eden tevâzu ve huşû içinde istemeli ve külfetli sözlerden ka­çınmalıdır.
6- Huşû içinde Allâh’tan korkarak ve kabûlünü umarak dua et­mek: Rabbimiz: “Onlar iyi işlere koşarlar, sevâba rağbet ve ikâb (azab)­dan korkarak bize duâ ederler.” (Sûre-i Enbiyâ, 90) buyuruyor.
7- Duâda azimli ve Allâh’a karşı hüsn-i zânda bulun­mak: Pey­gam­berimiz Efendimiz (s.a.v.) «Sizden biri­niz duâ ettiği zaman ka­bûl olunacağına büyük ümit beslesin. Çünkü onun kabûlü Allah için kolaydır.» bu­yurmuştur. Süfyân bin Uyeyne (rh.); «Kim­senin ku­sur­ları kendisini duâ etmekten alıkoymasın. Çünkü Allâh (c.c.) en kötü mahlûk olan şeytanın bile duâsını kabul etmiştir.» «Rab­bim! (insanlar) dirilinceye kadar bana mühlet ver» diye duâ edin­ce, «Vakt-i ma’lûma kadar bekletilenlerden­sin; sana muayyen bir za­mana kadar müsâade edilmiştir.» (Sûre-i A’râf: 14,15) buyurmuştur.
8- Duâyı tekrar ile ısrâr etmek: ibn Mes’ûd (r.a), Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında «Duâ ettiği zaman üç kere duâ eder, Allâh’dan bir şey istediği zaman üç kere isterdi.» bu­yurmuştur.
9- Duâya hamd ve salavât ile başlamak: Peygamberimiz (s.a.v.) “Allâh’tan bir şey dileyeceğiniz zaman, Salavât-ı şerife ile baş­layın. Zîrâ Allâhü Teâlâ iki dilekten birini kabul edince diğerini reddetmeme hususunda daha keremlidir (bir duâyı kabul edince diğerini de kabul eder).” buyurmuştur.
10- Duânın kabul olmasında en kuvvetli âmil batınî edebtir: O da tev­be etmek, helâlleşmek ve bütün himmetini Allâh’a bağlamaktır. (ihyâ)
Fazilet takviminden..