23 Haziran 2012 Cumartesi

"Yatsı Abdestiyle Sabah Namazı Kılmak"



        "Yatsı Abdestiyle Sabah Namazı Kılmak" yanlış okumuyorsunuz... Zaten başlığı görünce herkesin aklına bir kişi gelmektedir. Akıllara gelen bu zat Hanefi mezhebinin yol göstericisi İmam Ebu Hanife....
       Akılları zorlayan bir durum değil mi? Yatsı namazı için alınan abdest ile sabah namazını kılmak yani gece boyunca hiç uyumamak ve ibadetle geçirmek. Hem de bir iki günlük bir olay değil tam 40 yıl... Gerçektende akıl almıyor ve hayretlere düşürüyor insanları. Acaba nereden icab etmişti de böyle bir şey yapma ihtiyacında bulunmuştu ve neden böyle bir şey yapmıştı. Belki de kendisi de böyle bir şeyi yapmayı hiç aklına bile getirmemişti. Belki ara sıra geceleri böyle geçirirdi ama 40 yıl buyunca aralıksız böyle yapmak aklından geçmemişti. İşte bizler için ibretler barındıran bu olaya bir göz atalım ne dersiniz...
     Rivayetlere göre anlatılır ki ; İmam Ebu Hanife bir gün çarşının içerisinde geçerken iki kişinin konuşmasına şahit olur. Bu kişilerden bir tanesi diğerine şöyle demektedir;
     -Duydun mu Ebu Hanide yatsı namazı için aldığı abdets ile sabah namazını kılıyormuş ve geceleyin ibadetle geçiriyormuş.
     Aslına bakılırsa Ebu Hanife böyle bir şey yapmamakta idi. O yüzden bu söylenenleri duyunca birden rengi değişti. Daha sonra kendi kendine bir karar aldı ve insanların hakkında böyle düşünmesinden dolayı zannedilen gibi olmalıydı ve bu söylenenleri yerine getirmeliydi. İşte o andan sonra 40 yıl boyunca yatsı namazında aldığı abdest ile sabah namazını kıldı ve geceleri ibadetle geçirdi.
      Şimdi denilebilir ki; "canım bu kadar da abartı 40 yıl nasıl sürdürecek bunu" yada "hikaye bunlar hikaye"
       Bizde şöyle bir cevap verebiliriz; tamam 40 yıl olmasında 30 yıl olsun... Hadi 25 yıl olsun... Birde namazların çabuk bitmesi için kısa dualara sarılan bizlerin yada kısaltmalar yapan bizlerin böyle bir konuda söz söylemesi de uygun düşmez herhalde....
      Nureddin Yıldız bu konu hakkında diyor ki; "Hadi diyelim ki gerçekte böyle birşey yapmadı ama ben inanıyorum ki İmam Ebu Hanife de bu aşk ve istek vardı"  
        İşte değerli okuyucular bizim burdan çıkarmamız gereken ders nedir? Elbette ki bizler yatsı abdestiyle sabah namazını kılıp geceleri ibadetle geçirecek insanlar değiliz. Hadi yaptık diyelim bir yada iki gece... Ben inanıyorum ki İmam Ebu Hanife gibi olmasa da geceleri ibadetle geçirenlerimiz hala var ve Rabbim onlardan razı olsun... Bizlerin buradan çıkaracağı ders şu olmalıdır; İmam Ebu Hanife yapmadığı bir şeyi insanlar yapıyor diye düşündükleri için kibirlenip kendini övmedi ve o andan sonra hakkında düşünülenler gibi olmaya çalıştı. Hayatın her aşamasında bizler içinde bazı kişiler belli şeyler düşünmektedirler. Belki de çoğu bizim sahip olmadığımzı şeyler... İşte bizler bu durumda kendimizi övmekle zaman geçirmeyip o özelliklere sahip olmamız gerekir.
       Rabbim bizleri alması gereken dersleri alan kullarından eylesin... Yolumuzu her daim doğruluktan ayırmasın... Bizlere rahmetiyle merhamet etsin... Allaha emanet olunuz....

Yasin ÖZEN

http://soyleyecekbirsozumuzvar.blogspot.com/2012/06/yats-abdestiyle-sabah-namaz-klmak.html 

17 Haziran 2012 Pazar

Kurtuluşa Vesile Tavsiyeler - Alemdar -

Kur’ân-ı Azîmüşşan, bütün insanlığa bir mev’iza, öğüttür. Kalplerin ıslahına vesile, bir şifadır. Mü’minlere hidayet, kurtuluş ve selamettir. Konuştuğu her kelam vahy-i İlâhî olan Efendimiz (sav) Hadis-i Şerif ’leriyle nur ve ışıktır. Resulüllah (sav)’in vekili, Hak Teâlânın yolunun davetçisi mürşid-i kâmiller, nebilerin varisleridir. Söz ve kelamları, ilhâmât-ı Rabbânîdir. Kitab-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’den mülhemdir. Bidatlerden, Sünnet-i Seniyye’ye, gafletten uyanıklığa, dünyanın zulmetinden ahretin aydınlığına, masiyetten itaata, nefsanî arzulardan takvaya ermeye vasıtadır. Kurtuluşumuza sebep olan öğüt ve nasihatlerine kulakverelim.

OKUYALIM, AMEL EDELİM

1- Yasin-i Şerif, Tebareke, Amme ve Leyl surelerini sonuna kadar okuyalım sohbetlerde. Kur’ân-ı Kerim’den sure ve ayetler ezberlemeye çalışalım. Okuyalım, amel edelim ve edebiyle de edeblenelim. Okunan Kitab-ı Kerim bizi kötülüklerden alıkoymazsa, hiç okumamış gibi oluruz. Şartlarını yerine getirerek okursak, Rabbimiz (cc) ile konuşmuş gibi oluruz; haberlerinde sadık olan, Efendimiz (sav)in mübarek sözleriyle.

İSLÂM TARİHİNİ ÖĞRENELİM

2- Peygamberlerin hayatını, özellikle İslâm tarihini çokça mütalaa edelim. Önümüzdeki karanlık yolları Nebilerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin düsturlarıyla aydınlatalım. Kalb-i münevverlerini teskin için Efendimiz (sav)in, Peygamberlerin haberlerinden bahsedilir Kur’ân-ı Azimüşşanda.

İLLA EDEP İLLA EDEP

3- Sıddık-ı Azamla (ra) Ali (kv) den gelen ulvî yolun edeb ve erkanını, Muhammed bin Abdullah el- Hânî Hazretlerinin “el-Behcetü’s-Seniyye” Âdab Risalesinden takib edelim.

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan,Giy ol tâcı, emin ol her belâdan.

Ebû Ali ed-Dekkak (ks): “İbadetler cennete, ibadette edeb, Cemalullah’a götürür” buyurur.

NAMAZI KILALIM

4- Sünnet-i Seniyye’ye uyup bidatlerden kaçınalım. Emr-i İlâhî’de eksiltme ve çıkarma yapmayalım. İbadetlerin başı mevkiinde olan namaz hakkında aleyhissalat ü vesselam Efendimiz, “Ben nasıl namaz kılıyorsam, öyle namaz kılın” buyuruyor. Ulema-i kiramımız; “Sünnet ehlinden biri ölürse, organlarımızdan birini kaybetmiş gibi oluruz” derler. Bize göre sünnetin esasları, aleyhissalat ü vesselamın ashabının izlediği yola sımsıkı sarılmak ve bidatleri terk etmektir. Çünkü her bidat bir sapıklıktır. Her kim İslâm’da güzel görüp bir bidat çıkarırsa, Muhammed (sav)ın risaleti edada, ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Hak Teâlâ; “Bugün sizin için dininizi tamamladım” buyurmaktadır. Hadis-i Şerif ’ler pek çoktur bu konuda. “Her bidat sapıklıktır.” “Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir.” “Onlara karşı cihad, kafirlerle cihad gibi önemlidir.” “İbadetleri bizim gibi yapmayanlar bizden değildir.”

FIKIH ÖĞRENELİM

5- İslâm fıkhını öğrenelim. “Allahü Teâlânın emir ve yasaklarını âlim ve fakihlerden öğrenmek her bir Müslümana farzdır. Şeytan dinî ilimlere sahip olan bir zattan korktuğu kadar bin ibadete düşkün âbidden korkmaz. “Dinî konuları müzakere için teşekkül eden bir mecliste hazır bulunmak bir sene ibadet etmekten üstündür” buyurur İki Cihan Güneşi (sav). Üstazımız bir dörtlüğünde:

Fıkıh ile Hadis öğren,Nefsini yıkmaya davran,Mürşide binde bir uğran,Sakal altı süaldir bu der.

“Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir” diye tarif eder fıkhı İmam-ı Âzam (ra). Şer’î ve amelî meseleleri bilmektir fıkıh.

KENDİMİZİ VE EHLİMİZİ KORUYALIM

6- İnternet kullanımı gittikçe artıyor. Sanal âlemde kumar ve her türlü çılgınlıklar yapılıyor. Kendimizi ve ehlimizi korumak bizi Kur’ânî bir görevdir. Çocuklarımıza güzel bir isim, İslâmî edeb ve terbiye, talim ve eğitim aleyhissalat-ü vessalam Efendimizin tavsiyesidir bize. Rayihası cennet kokusu olan yavrularımızı, isyan ve günah kokularıyla kirletmeyelim. Cennet-i a’lâ’nın çiçekleri mesabesinde olan Hasan ve Hüseyin (radıyallahü anhüma) efendilerimizin edeb ve erkanıyla yetiştirelim.

Daha Fazlası İçin : www.hayatpenceresi.net

SEVİLEN UYUMADI


Adam Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer. Namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada bulunur;
... ...
-Ya Rabbi şu vakitte bir çok kimse uyudu, birçoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim, çünkü benim sevdiğim sensin.
Sonra zikire başladı ve seccade üzerinde zikrederken uyuyakaldı.

Bir hırsız girdi evine biraz sonra, bakındı sağına soluna, oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir birinin eviymiş bu ev diye düşündü. Ama birkaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü. Torbasına doldurduğu birkaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktı ki kapı yok!

Az önce girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı. Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu. Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yok! Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dediki;

-Ey hırsız..! Seven uyudu ama SEVİLEN UYUMADI.

Hanesi Dergâh Olan Gönül Mimarı



Doktorlar gelir, her sınıftan insanla dolar taşardı hane. Üstazımızın bulunmadığı zamanda bile, evleri gece gündüz ziyaret edilirdi. Hanelerinde sessizce murakabe ve rabıta halinde oturulurdu. Çünkü bu eve, Efendimizin (sav) ruhaniyetlerinin teşrifi haber verilirdi.

Yapımı sırasında hanenin, İki Cihan Güneşi’nin (sav) teşrif buyurdukları, mübarek ellerinin ziyaret edildiği, basiret ehli kimseler tarafından çokça anlatılırdı.Evin planını Üstazımızla beraber çizdik. Koskoca bir defteri bunun için tükettik. İnşaat mühendislerine arz edilince plan, “Bu ev tekke mi?” demişler.Meczûbînden Cemil Baba’ya, “Eski haneye gelen büyükler, buraya da geliyor mu?” deyince, “Evet” buyurmuş. Kendisi Sami Efendimizin bağrına bastığı keşif keramet sahibi ve tayy-i mekân ehli bir zat idi.

Bazı geceler Üstazımız, “Misafirlerim geliyor” diye yalnız kalırdı. Sabah olduğunda, “Bu gece çok yüksek evsafta kimseler meclis kurdu.” derlerdi. Bir seher vakti odamızın kapısına gelerek, “Bu haneye kimler gelip gidiyor haberiniz yok.” buyurdu.Mübarek gecelerde akan nuru seyredenler de vardı. Akşamları, mübarek gözlerini yumar dakikalarca sağa sola vücud-ı âlîleri hareket ederdi. Bu anları ganimet bilir, biz de gözlerimizi yumar istifadeye çalışırdık Rabbimizin lutfundan.

GÖNLÜ YANIKLARA TEVECCÜH…

Kayseri’den gelen bir gruba teveccühte bulundu. Kapı süratle kapanınca gözlerini açtılar. Çok kısa sürdü bu an. Yolda bu nimete mazhar olanlardan biri, nutuk atmaya başladı. 'Ne bu hal?' diyenlere, 'Kendimden geçtim coşuyorum.' dedi. Bu güzellikler çokça yaşanırdı. Teveccühe mazhar olan bir müftü efendinin, hıçkırıklara boğulması hiç gitmez hatırımızdan. Teveccüh ve müşahede ehli, biiznillahi Teâlâ kuru ağaca baksa yeşerir. Gönüllere sağanak sağanak yağan yağmurla, irfan çiçekleri açar. Teveccüh, Hz. Sıddık’a (ra) Peygamberimizin (sav), “Benim gönlümde ne varsa Sıddık’a aktardım.” buyurduğu nurun, velâyet ölçüsü içerisinde mürşid-i kâmilin kalbinden, müridin gönlüne inen nurdur biiznillahi Teâlâ.

Teveccüh, bir mevhibe-i İlâhîdir. Üstazımız, Üstaz-ı Âlî’lerine şöyle dedi: “Efendim, herkese gönlümü çeviremiyorum. Pejmürde biçimde birileri geliyor, kalbim onlara dönüyor.” İstirahat odalarında bulunuyordum. Kıbleye karşı birbirine sarılmış vaziyette bir nur akıp gitti. Meğer Hızır (as) ile Sami Ramazanoğlu Üstazımızın ruhaniyeti teşrif etmiş… Kendilerini göstermeden, ‘Birileri şöyle görmüş.’ derlerdi. Biz şahıslarıyla alakalı olanları, bu tarz konuşmalarından bilirdik.

ONA DUYULAN SEVGİ...

Melekler kuşattığı gibi etraflarını, zahiren de melek huylu insanlar hava yoluyla ziyaret ederlerdi onu. Hak Teâlâya saygı duyanlara mahlukât da saygı duyar. Bir geyiğin alakasını bilen Abdullah Amca (Malak),'Dağdaki geyikler Efendimi bildi, ama biz bilemedik.' derdi.

ZİYARETÇİLERİNİ BEKLEYİŞ...

Gelenler azığını alır giderdi. Kayseri'den Dr. Mustafa Mıhçıoğlu, 'Akümüzü doldurup gidiyoruz. Bu bize bir ay yeter.' derdi.Onun sohbetine gelenler, ziyaret edilir, duası talep edilirdi. Ankara’nın Mamak bölgesinden gelen ziyaretçiler, hac yolcusu uğurlanır gibi kılavuzlanır ve karşılanır.Arabanın rektefe olduğu gibi, gönülleri nurlananlar, zahiren de nurlanırdı.

İLTİFATINA MAZHAR OLANLAR...

Belediye reislerinden birine, “Bu şekeri gittiğin yerde bulunan şu zata ver.” buyurur. Oda dolusu bir cemaatin içinde şeker takdim edilir. İkramı alan kişinin rengi değişir, gözyaşlarıyla yere düşer. Selamlarını götürdüğüm bazı insanlar da böyle sevinirlerdi. Bayram ziyaretinde, kahve ikram ettiği bir amca, şu sözleri söyleyerek gitti: “Şu anda Erciyes dağının tepesindeyim.” Kucakladığı bir genç, terinden vücuduna bulaşan damlayı koruyordu. Gözlerinden öptükleri de: “Bir daha bu gözle harama bakmak bize caiz değil.” diyorlardı.

ÜÇ HALKA...

İlim, zikir ve diğerleri. İlim halkasında, hocalarla ilmî mübahese ve mütalaalarda bulunurdu. Günün meseleleri konuşulur Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’den, ulema-i kiram ve ehl-i tahkikın görüşlerinden nakiller yapılırdı. Darü’l-harp, Cuma namazı ve çeşitli görüş ve düşüncelere parmak basılırdı. Cuma namazını terk eden bir evladına, “Terk ettiğin Cuma namazları için tevbe et, bir daha böyle yapma.” derler. “Darü’s-sulh” ve “darü’l-eman” terimlerini kullanarak, ülkemizin müstesna olduğunu, istikbalinin parlak olacağını söylerlerdi. Faizin haramlığını, fuhşun çirkinliğini anlatırlardı. Ehl-i Hak fırkanın, Peygamberimiz (sav) Ashab-ı Güzin ve müspet ulemanın yolu olduğunu bildirirlerdi.

İhsan mektebinin öğrencilerine, fıkh-ı batını anlatırlardı. İbadetin takva esasına uygun yapılmasını tavsiye ederlerdi. Nefsin ıslah yollarını, bid’atten sakınmayı ve Mevlâ’nın yolunda gayret ve çaba gösterilmesini şiddetle tavsiye ederlerdi. İrşad için müracaat edenlere, mukaddime, başlangıç olarak evrat ve ezkâr verirler, sadakatleri belli olunca istihare yaptırırlardı. Müspet istihareden sonra, ölüm tefekkürü, rabıta-i mürşid ve zikrullahı talim ederlerdi. Dergâhın müdavimleri tek tek derslerini görüşürlerdi. Sohbet ve zikre önem verildiği gibi, dergâhta müridanla baş başa da görüşülür, her hafta bir letâif geçilirdi. Dersini geçmeyenler, ceza olarak dergâha alınmazdı.

Köylü bir amcanın dersinde bulundum. Murakabe halinde gördüklerini anlatıyordu. Taaccüp ettim bu yüksek hale. Üstazımız, “Oğlum, bu işçi, çiftçi amcalarını bu hale getirmek için ne emek sarf ettim.” buyurdular. Kimsenin iltifat etmediği bir kimseye, “ekrabiyyet”, kula Hak Teâlânın yakınlığını beyan eden dersi tarif ederken, inen nura tahammül edemeyerek ağladım. Talim buyurdukları evrat ve ezkâr, nuruyla takdim edildiği için gönüllere nakşolurdu İlâhî tecelli.

DERGÂHA GELİŞ VE GİDİŞ...

Günler evveli hazırlık yapılır, gusül abdesti alınır, temiz elbiseler giyilir, yolda istiğfarlar okunur, ruhaniyete Fatiha ve İhlaslar bağışlanarak gelinirdi. Kabına göre doldururdu testisini ziyaretçi. Zamanını geçirenler içeri alınmazdı. Çoluk çocuk sesi duyulmaz, burun boğaz temizliği hafifçe yapılır veya dışarı çıkılırdı. Çaylar sohbetin bitiminde ikram edilir, kendilerinden önce yudumlanmazdı. Hanelerine girenler, ayaküstü bekler, tebessümle verilen selamı alır ve müsaadeleriyle elleri dizlerinin üzerinde otururlardı. Tek tek hal ve hatırlar sorulur, Eûzü besmele, hamdele, salvele ve bir Fatiha, üç İhlas’la sohbete başlanırdı.

Gözler ara ara ona nazar eder, devamlı bakmazlardı. Öyle an olurdu ki, akan yaşlar halıları ıslatırdı. Bir an olur feryad ü figan kopar, kuşlar gibi çırpınanlar, âh ü enîn edenler, dizlerine vurarak kendinden geçenler su ile salat ü selamla zorla teskin edilirdi. Konya’dan teşrif edenlerden biri, “Efendim, konuşup yorma kendini. Siz oturun, biz bakalım size.” dedi. Dergâha girip çıkanların ilk anlarıyla, son anları değişirdi.Temizlenen elbise, yıkanan araba, güzelkokan toprağın gül ile hemdem olması gibi…

Kafiyeli kelamlar da ederdi. Melek-enis, meleklerin de iştirak ettiği sohbetlerinin akabinde: “İçilsin çayımız, tebdil olsun huyumuz.” Kalkmakta tembellik gösterilirse, “İçin de kaçın!” buyururdu. Elbise ve ayakkabılarını çevirmek için çıktığımızda lâhûtî bir koku duyulurdu. Kendileri zaman zaman “Her halde Hızır (as) geldi.” derdi. Sohbetlerini müteakip gelenler geri gönderildiğinde, “Onların kim olduğunu biliyor musunuz?” buyururdu.

ŞEKER TABAĞI…

Cemaat ayrılırken tutulan şeker tabağı, bazen yağmur gibi akıtırdı nimetini gökten. “Evinizdeki kişilerin adedince alın şekerlerden.” derdi. Aşka gelir, tabaktaki şekerleri saçardı cemaatin üzerine. Vaizi müftüsü, hocası hacısı, cemaatin hepsi yerlerden şeker toplardı. Bu tavrıyla nefisleri, çok usta bir maharetle ıslaha vesile olurlardı.Sofra…

Sofrasından aç kalkılırdı. Helal taam, midelere nur olarak indiği için, karın boş kalırdı. Bu hali teferrüs eden Üstazımız, “Kalkınca doyarsınız.” buyururdu.Bu yemeklerde eli olan Meryem validemiz, devrinin Rabia’sı idi. Yaptığı çorbayı kaşıklayanlar, ömürlerinin sonuna kadar yâd ederlerdi anamızı, rahmetüllahi aleyha. Mübarek ayaklarına tutturduğu sülük, kundağındaki çocukla etmiştir bu hizmetleri. Maddî ve manevî tedavi niyetiyle yenirdi yemekler. Dedem (ks) rahatsızlaştığı zaman, rızkı helal olanların yemeğiyle tedavi olularmış biiznillahi Teâlâ.

Dergâh ve kürsüde yapılan tavsiyeler, hem gönüllerde hem de not defterlerinde muhafaza edilirdi. Çünkü bu kelamlar, Efendimizin (sav) rahlesinin önünde talim olunan nasihatlerdi. Abdest azalarını yıkarken, birinci yıkayışın emmareden temizlenme, ikinci yıkayışın mülhimeden arınma, üçüncüsünün de mutmainne sıfatıyla mevsuf olunması icap ettiğini ifade ederdi. Buna benzer bitmeyen ledünni sözler, evlerde hane halkına, yollarda arkadaş ve dostlara nakledilirdi. Halkla olan münasebetleri eşsizdi. Elli yıl kürsülerde konuştu. Kahvehane köşelerinde, ömrünü heder edenlere el uzattı.

Nişan, düğün, cenaze ve her fırsatta din-i İslâm’ı anlattı. Dinlenin biraz diyenlere, “Hizmet ettikçe diriliyorum.” derdi. Vaiz İpek Hasan Hocamız, “Diktiğiniz fidanları sulayın.” diye kürsülerde konuşması için istirhamda bulunurdu. Vaiz ve nasihat ettiği yerlerdeki insanlar, “Biz abdest ve namazı, teyemmüm ve guslü, dinî bütün meseleleri Hacı Hasan Efendi’den öğrendik.” derlerdi. Dergâh gibi olan haneleri, ilim ve irfanla bir fakülte, maddî ve manevî dertlere deva olmakla bir şifahane, dargınları anlaştırma, yıkılan yuvaları ihya ile bir mahkeme, fakir ve yoksulu gözetme, aç ve bîilaç olanları doyurmakla bir aşhane, garip ve yolculara bir han, ruh ve beden temizliği için bir hamam, her gelenin boş dönmeyeceği nurlu bir mekândı vesselam.

Hanelerinde zikir halkası kurulduğu gibi,ilim halkası da kurulurdu. İlahiyat Fakültesinden gelen hocalara şu dersi verdi.
 Âl-i İmran Suresinin 31. ayetini okudu. “De ki: Eğer Allahü Teâlâyı seviyorsanız bana uyun…” Musa (as) gelse, İsa (as) inse dahi Efendimize (sav) uymak mecburiyetindedir.Efendimizin (sav) gelişiyle, diğer din mensupları O’na (sav) tabi olacaklardır.” buyurdu. “Bugün için dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak İslamiyet’i beğendim.” (5 Maide, 3) İmanı tarif ederken Sami Efendi Hazretleri, “Lâ ilahe illallah Muhammedün Resulüllah, ikisinin beraber zikriyledir ancak iman.” der.

Kadirî evradında, okunan bin aded Tevhid’in, “Lâ ilahe illallah” kelime-i tayyibesinin, her yüz başında “Muhammedün Resulüllah” denir bir defa. “Lâ ilahe illallah” İslâm’ın etemmi, “Muhammedürresulüllah” mütemmimidir. Biri Cenâb-ı Hakk’ın birliğini ifade etmektir. Diğeri ise Efendimizin (sav) risaletini tasdiktir. Bu mekânlara duyulan ihtiyaç… Bir tasavvuf hocası bize şunları anlattı. “Nerde bir gönül mimarı var, orada huzur var. Halk daha ziyade, irfan ehlinin peşinde dolaşıyor.”

Nüfusu üç yüz beş yüz bin iken İstanbul’da beş yüz dergâh var.Her sokağında en az üç dergâh mevcut. Çünkü dergâhın bulunduğu yerler, suç oranlarının en az olduğu yerlerdir. Kendi şahsına hakaret edenlere gülüp geçer derviş. Dedem, “Hafız, neden sana kötü söz söyleyen kimseye cevap vermedin?” deyince, “Efendim, sıksam suyunu çıkarırdım. Ama ben, kötülük edene iyilik yapma tavsiyesini duydum sizden.”

İKİ KANATLA UÇAR KUŞ…

Bir kanadı Allahü Teâlâ için sevgi, bir diğeri Allahü Teâlâ için buğuzdur dervişin. Zengin fakir, hepsi birbirine saygı duyar. Ayakkabısını çevirir, paltosunu tutar, dergâhı süpürür, yatağını eder, hastalara hizmet eder. Birbirini Allahü Teâlâ için severken, karıncayı dahi incitmezken, bir de bakarsınız, kükrer bir cengâver olur. Cihadda, Özbekler Tekkesi bir karakoldur. Mevlevî alayı, vatanın muhafazasında en önemli görevi üstlenmiştir. Eyüp’te bulunan Hâtûniye Tekkesi, bir silah deposudur. İstiklâl Harbinde sarıklı mücahidler, unutulmaz değerlerdir.

Ülkemizin düşman elinden kurtulması için, her türlü yararlılığı göstermişlerdir. Halktan, idareden kopuk değil, iç içedirler. Resulullahın (sav) vekaletinde bulunanlar kabiliyetlerine göre, idareci, muallim ve mürebbidirler.
 
Ali Ramazan Dinç Efendi Hazretleri (k.s)

14 Haziran 2012 Perşembe

” Harama Bakmak “

“Mü’minlere söyle gözlerini sakınsınlar” (1) Buradaki “mü’minler” kelimesi geneldir. Kadın erkek bütün müslümanları kapsar.
Çünkü Kur’an’daki bütün hitaplar umumidir. (2)
“Mü’min kadınlara da söyle gözlerini (yere) indirsinler (erkeklere bakmasınlar), namuslarını korusunlar. ” (3)
diye ikinci uyarının gelmesini imam Kurtubi şöyle açıklıyor:
“Burada yüce Allah’ın kadınlara özel olarak hitap etmesi te’kid içindir. Çünkü “Mü’minler’e söyle” sözü yeterlidir.
Bu kelime âm (genel) bir lafız olup kadın-erkek bütün mü’minleri kapsar.” (4)

Zinaya yaklaşmasınlar, namusunu korusunlar ve bir takımları gözleri haramdan sakınma emri yalnızca erkekleri kapsıyor zannetmesinler diye yüce Allah te’kid için ikinci bir hatırlatma yapmıştır. (5)
Peygamber hanımı, Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor:
“Ben ve Meymûne ikimiz birlikte Rasulullah (sav) in yanındaydık. Yaşlı, âmâ (gözleri görmeyen) bir ihtiyar olan Abdulah ibni Ümmi Mektum bize doğru yöneldi Bunun üzerine Rasulullah (sav) bize:
- Kalkın ve hicaplanın (örtünüze bürünün) dedi. Ben dedim ki:
- Ey Allah’ın Rasulü, o bizi görmeyen ve bizi tanımayan bir âmâ değil mi? Rasululah (sav):
- O âmâ peki yâ ikiniz? Sizler onu görüyor değil misiniz? ” buyurdu (6)
Bir düşünün Peygamber (sav) hanımlarının iffetinin kemâlini, kalplerinin temizliğini bildiği halde yaşlı ve âmâ bir ihtiyara karşı tesettüre bürünmelerini ve ona bakmamalarını istiyor. Güzelliği gitmiş, yaşı ilerlemiş gözleri kör ve her türlü dünya zevkinden uzak bir ihtiyara karşı peygamber (sav)’in böylesine ihtimam göstermesi yüce Allah’ın emrine bağlılık içindir. (7)
“Evlerinizde oturun, ilk cahiliyye kadınlarının kırıtarak sokakta dolaştığı gibi dolaşmayın, ” (8)
“Bu ayet Rasulullah (sav) in hanımlarının kalbinden başkalarını düşünmeyi silmeye yönelik olduğu gibi, fitne ve günahtan korunmuşum. kendime sahibim diyenlerin bu bozuk fikirlerini red etmek içindir. Çünkü insan fıtratı devam ettiği sürece iki cins birbirine karşı emin olamaz. (9)
Nitekim Yusuf (a.s.) :
“Ben nefsimi temize çıkarmıyorum, çünkü her nefis kötülüğü emreder. ” (10) diyor ve kendisinin nefse uyarak kötülük yapmamasını “Rabbimin acıması müstesna” diyerek Cenâb-ı Hakkın korumasına bağlıyor.
İmam Kurtubi bu âyetin tefsirinde diyor ki:
“Allah’ın Peygamberi dahi nefsinin temiz olmasını kerih gördüğü için “nefsimi temize çıkarmıyorum” (11) dedi. Çünkü nefsi temize çıkarmak zemmedilmiş, hoş karşılanmamıştır.” (12)
Şimdi burada durup iyice düşünmek lazımdır. Bir Peygamber kendi nefsinin temiz olduğunu, kadınlarda haşır-neşir olmasının kalbini bozmayacağını söyleyemiyor. Yüce Allah’ın koruması, kollaması olmasa, nefsiyle başbaşa kalsa nefsinin istediğini yaptırabileceğini söylüyor. Ama bir takım insanlar kadınlarla erkekleri aynı mekânda buluşturarak onlara dini telkinlerde bulunuyor. Kadınlarla tokalaşıyor, onlara el öptürüyor, senli, benli konuşuyor. Bunlar İslama uyuyor mu? diye sorulduğunda ise “O nefsini öldürmüş” diyorlar. Halbuki nefsin ölmediğini Yüce Allah peygamberinin lisaniyle bize bildiriyor.
Bu hususta en açık âyet ise Nur sûresi 31. âyettir
“Zinetlerini göstermesinler” (13) âyeti mü’min hanımların zinetlerini ve zinet yerlerini ve güzelliklerini yabancı erkeklere göstermelerini kesin bir emirle yasaklıyor.
Yine bu hususla ilgili olarak Hz. Ali (r.a.) dan rivayet edilen çok açık bir hadis-i şerif vardır.
Hz. Muhammed (sav) Efendimiz Veda Haccı sırasında amca oğlu İbni Abbas (r.a.)ı arkasına gözetleyici ve koruyucu olarak bıraktı. Hasem kabilesinden güzel bir câriye Rasulullah (sav) den fetva sormak için gelince Peygamber (sav) cariyeye bakmaması için İbni Abbas (r.a.) ın boynunu çevirdi.
Abbas (r.a.)
- Ey Allah’ın Rasulü amca oğlunun boyununu mu çeviriyorsun? ‘deyince
Rasulullah;
- Bir genç delikanlı ve bir genç kız gördüm. Bu ikisine şeytandan emin olamadım” dedi. (14)
“Şimdi düşünün hac ibadeti için gelen insanların birbirine bakmalarının fitneye ve yakıcı şeytanın vesvesesine vesile olmasından emin olunamıyor. Peki kör, entrikacı, cahil ve dine görünüşte inandığını söyleyen ve günahsızlık iddiasında bulunanların durumunu? Bunlar yaşlı ihtiyar aldatmacasıyla genç kızları toplayıp onlardan cemaat oluşturuyorl
büyük bir belâ ve şeriata karşı işlenmiş bir cinayettir.” (15)
Hiç kimse nefsinden emin olamaz. Çünkü insan fıtratı her iki cinsin birbirine karşı ilgi duymasını gerekli kılıyor. Eğer haramdan sakınma olmazsa, insanlar gözlerini sakındırmazsa kendinden emin olmak mümkün değildir. Nitekim Peygamber (sav) in Hz. Ali (r.a.) ı uyarması bu hususu en güzel şekilde açıklıyor:
“Peygamber (sav) bir gün Hz. Ali (r.a.) a şöyle dedi:
- Ey Ali muhakkak ki cennette senin için bir köşk vardır. Bir bakışa ikincisini ekleme. Birincisi senin için mubahtır. Fakat başkaca bakma hakkın yoktur.” (16)
Bu hadiste geçen birinci bakıştan maksat hiçbir kast olmaksızın ansızın göze görünendir. Bunda herhangi bir günah yoktur. Eğer bu ansızın göz çarpmasının akabinde kadının cazibesi, güzelliği etkiler de tekrar bakılırsa işte bu bakış günahtır, yasaktır. (17)
Cerir b. Abdullah El- Cebeli (r.a.) anlatıyor:
“Rasulullah (sav) e ansızın bakış nedir diye sordum. Bana dedi ki:
- “Bakışını çevir” (18) yani ikinci kez bakma. Çünkü fitne ve şehvetten emin olamazsın. (19)
Rasulullah (sav) kadınlı erkekli karma toplantıları yasakladığı gibi bir kadının,
başka bir kadını kocasına anlatmasını da yasaklamıştır.
Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
“Bir kadın, diğer bir kadını sanki görüyormuş gibi kocasına anlatmasın.” (20)
Yabancı bir kadının tasvir edilmesi ona bakma yerine geçer. Kocanın ona ilgi duymasını sağlar. Rasulullah (sav) ihtiyati bir tedbir olarak böyle davranmayı yasaklamıştır.
Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ediyor: Rasulullah (sav) buyurdu ki:
- Gözlerin zinası bakmaktır,
- Dilin zinası konuşmaktır,
- Elin zinası dokunmaktır, her nefis arzu eder ve iştahlanır. Ferc ise ya yalanlar ya da doğrular. (21)
İmam Nevevi (rh) bu hadisin şerhinde şunları söylüyor:
”Burada mecazi bir zina vardır. Bu zina yâ haram bakışla, yahut zinaya götürecek şeyleri dinlemekle, yahut yabancı birisine dokunmak yada öpmekle, yahut ayaklarla zina etmek için yürümekle, yahut yabancılarla haram olan konuşmalar yapmakla, yahut kalp ile düşünmekle işlenir, işte bütün bunlar mecazi zinanın çeşitleridir.” (22)
Yine harama bakmakla ilgili olarak Rasulullah sav şöyle buyuruyor:
“(Harama) bakmak İblis’in atılmış oklarından bir oktur.” (23)
Bu hadisin manası kadının erkeğe, erkeğin kadına bakması düşmanın nefse ve kalbe attığı bir oktur. Hem dünyasını hem de ahiretini harap eder, tıpkı ok gibi. Okun ucu vücudun dışını yaralayıp deler, diğer kısmı da içini parçalar. (24)

(1) Nur, 31
(2) El-Âmiri, Ahkâmun’ Nazar, 262; Tahkiki Muhammed Fazl b. Abdulaziz
(3) Nur, 31
(4) Kurtubi, Tefsir, XII/226; El-âmiri. a.g.e. 262 (dipnottan)
(5) El-Amiri, a.g.e. 262
(6) Ebu Dâvud, Sünen, Libas, 4112; Tirmizi, Edeb, 1778; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/296
(7) El-Amiri, a.g.e. 263
(8) Ahzab, 33
(9) El-Âmiri, Ahkâmu’n-Nazar, 263
(10) Yusuf, 53
(11) Yusuf. 53
(12) Kurtubi, IX/210; El-âmiri, a.g.e. 263
(13) Nur, 31
(14) Tirmizi, Hacc, 885; Ebu Dâvud, Menâsik, 1935; İbn Mâce, Menâsik, 3044
(15) El-Âmiri, a.g.e. 265
(16) Tirmizi, Edeb, 2777; Ebu Dâvud, Nikâh, 2149; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/353, 357; Deylemî, Müsned, 8312
(17) El-Âmir, a.g.e. 266
(18) Müslim, Edeb, 11/159; Ebu Dâvud, Nikâh, 2148; Tirmizi, Edeb, 2776 Ahmed b. Hanbel, Müsned, İV/361; Teyalisi, Müsned, 93
(19) El-Âmiri, a.g.e. 266
(20) Buhari, Nikâh, VI/160; Ebu Dâvud, Nikâh, 2150; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/380; Teyalisi, Müsned,

Imam-ı Gazali’den Gençlere Hayatî Öğütler

İmam-ı GazaliAsıl adı Ebû Hâmid Muhammed olan İmam-ı Gazali Hazretleri Horasan bölgesinde Tus şehrinin Gazale köyünde 1058 yılında dünyaya geldi. 1111 yılında ise dünyaya veda eyledi. İslâm dünyasında Hüccetü’l-İslâm (İslâmın ispatlayıcısı) olarak tanınan İmam-ı Gazâlî Selçuklu döneminde yaşamış İslama yönelen hücumlara dine yapılan taarruzlara karşı müdafaalarda bulunmuş dinin anlaşılması için tartışmaya açılmış olan meselelere çözümler getirmiş bir müceddiddir dinin yenileyicisidir.
İmam-ı Gazalî’nin İslâm eğitim ve ahlâkı üzerinde getirmiş olduğu yenilik İslâmın özünden uzaklaşma yoluna girmiş olan Müslümanları ahlâkî eğitime tabi tutmuştur. En mühim eseri olan İhyâu Ulûmi’d-Din başta iman ve ibadet olmak üzere ahlâk sahasında çok ciddî bir hizmet görmüş dokuz asırdır tazeliğinden bir şey kaybetmemiştir.

İmâm-ı Gazalî’yi halka tanıtan hacımca küçük fakat tesiri bakımından büyük olan eseri Eyyühe’l-Veled olarak bilinen ve dilimizde Ey Oğul şeklinde bilinen eseridir.
Gazali üzerinde çalıştığımız “Ey oğul”un pîri ve üstadıdır. Bu alanda yapılmış olan çalışmanın ilki ve en mükemmelidir. Diğer çalışmalar büyük ölçüde bu kitabın üzerine bina edilmiştir.

Birçok dünya diline çevrilen UNESCO tarafından da yayınlanan Ey Oğul batıda ve doğuda okuma rekoru kıran bir eserdir. “Müslümanın yirmi dört saati” demek olan bu kitap ayrıca bir öğüt ve nasihatler bütünüdür.
Bu çeşit çalışmaların tamamında olduğu gibi İmam-ı Gazalî’nin bu eserinin baş kısmında iman ve İslâmın esasları ile birlikte ibadet konulan işlenmektedir. Ancak biz sadece ahlâkî bölümleri ve insan eğitimine yönelik kısımları aldık.

Allah’tan kork
Ey oğul!
Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle kork. Ona kulluk görevini gereği gibi yap. Haram kıldığı şeylerden mümkün olduğu nisbette kaçın. Allah’ın saadete uzanan yolundan ayrılma. Hayatını düzene sokan emirlerini sakın ihmal etme ki yaşayışın sıhhat bulsun gözlerin aydın olsun.
Çünkü gizli ve kapalı hiçbir şey Allah’tan gizli ve kapalı değildir.

Babana itaat et
Ey oğul!
Senin hayatını renk katmak için güzel belgeler koydum. Onları korur ve dediklerime kulak verir günlük yaşayışını ona uydurursan hükümdarların gözleri ve gönülleri sana karşı ilgiyle dolup taşacaktır.
O halde şu anda da bundan sonra da babana itaat et.

Boş sözden uzak dur
Ey oğul!
Aklının hemen kabul etmeyeceği şeyi söyleme. Lüzumsuz lâftan çok gülmekten şaka ve alaya almaktan din kardeşinle tartışmaktan sakın.
Böyle yapmak saygıdeğerliği götürür kin ve düşmanlık kapılan açar.

Ağırbaşlı ol
Ey oğul!
Ağırbaşlı terbiyeli saygılı ve nezaketli olmaya çok dikkat et ve itina göster. Ancak böyle yaparken gurura kapılma. Sonra senden bu sıfatla söz edilir.
Halka tepeden bakma. Sonra senden bu sıfatla bahsedilir.

Herkese hoşnut davran
Ey oğul!
Dostuna da düşmanına da hoşnutluk göster.
Başkasına eza ve cefa etmekten kendini alıkoy ve bunu onlardan korkup ürktüğün için de yapma. Sadece iyi bir huy olduğunu düşünerek öyle davran.

Ortayolu tut
Ey oğul!
Bütün işlerinde ortayolu tut. Çünkü işlerin en hayırlısı orta yoldur. Az konuş. Karşılaştığın her Müslümana selâm ver.

Yürüyüşüne dikkat et
Ey oğul!
Ölçülü adımlarla yürü ayaklarını yerde sürükleyerek yürüme. Sağa sola baka baka yürüme.
Etrafı rahatsız ederek başını şunun bunun kapısına doğru döndürme.

Toplantılarda şunlara dikkat et
Ey oğul!
1. Uğradığın bir toplantıda yer alanların üzerine dikilip durma.
2. Sokak ve caddeleri meclis gibi kullanma.
3. Dükkânları sohbet yeri olarak seçme.
4. Fikrî tartışmada kendini haklı çıkarmak için inat gösterme.
5. Edep ve terbiyesini yitirmiş patavatsız kimselerle tartışma. Bir hüküm verirken “şahsî görüşümdür” de.
6. Birşeyi veya bir adamı överken aşırıya gitme.
7. Bir mecliste oturmak istediğin zaman bağdaş kurup otur.
8. Sakın parmak çatlatma
9. Sakalınla oynama
10. Yüzüğünle meşgul olma.
11. Oturduğun bir yerde bulunduğun bir toplulukta dişlerini kürdan ve benzeri şeylerle temizlemeye kalkışma.
12. Burnunla oynama
13. Parmağını burnuna sokma.
14. Yüzüne sinek konarsa yavaşça onu kovmayı ihmal etme.
15. Esnememeye dikkat et.
16. Halkın seni hafife alacağı söz ve davranıştan sakın.
17. Bulunduğun topluluk yol gösterici olsun.
18. Sözlerin çok kıymetli bir nesne gibi paylaşılsın.
19. Güzel sözlere kulak ver.
20. Konuşulan bir sözün tekrar edilmesini isteme. Bu onu dinlemediğini gösterir.

Şu kadından uzak dur
Ey oğul!
Huysuz ve karaktersiz kadından sakın. Çünkü böylesinin dili kocası üzerinde çirkin ve ağırdır. Dünyaya çocuk getirmesi yüzündeki haya perdesini açmıştır. Artık ne ev halkından utanır ne de konu komşusundan.
Böyle kadınlar ne dünyaya yararlar ne de âhirete. Bunlar ülfet ve sohbet edilmeye lâyık değildirler.
Böylelerinin gizli hali olmaz. Aile sırrını sokağa dökerler. İyilik ve hayrı çoktan yere gömmüşlerdir.
Asık suratlı olarak sabahlar akşam nerede olduğu bilinmez.
Onun sunduğu bir yudum su şerdir zehirdir. Yemeği öfke konuşması maskedir. Evi perişan elbisesi kir ve pastır. Yılan gibi sokar akrep gibi ısırır.
Kocası evet dese o hayır der. Böylesi kadınlardan uzak dur.
Kadınların bir kısmı da geri zekâlı ve hantaldır. Ağır canlı ve kıt anlayışlıdır. Kocasını sever kazancına razı olur; fakat güneş doğup yükseldiği halde hâlâ sesi duyulmaz. Yemekleri bayat kapları kirli ve paslıdır.

Şu kadınla da hayatını kur
Ey oğul
Kadınların bir kısmı da sevimli ve merhametlidir. Bereketli ve feyizlidir. Soylu çocuk doğurur.
Kendisine her zaman güvenilir. Komşuları arasında itibarlıdır.
Aile sırlarım korur kimsenin yanında açmaz.
Cömerttir eli açıktır. Bağırıp çağırmaz alçak sesle konuşur.
Evi ter temizdir. Çocukları çiçek gibi gönül alıcıdır. Hayrı süreklidir. Kocası da o nisbette yumuşak huyludur.
Namus onun şiarı terbiye değişmez vasfıdır.

Fırsatları kaçırma
Ey oğul!
Fayda sağlayacak fırsatları kaçırma. Muhtaç olduğun şeylere iyice sahip çık. Görülmesini acele ettiğin işlerinde dikkatini başka taraflara dağıtma.
İçinde bulunduğun toplumun âdet ve geleneklerine saygılı ol.
Âhirette seni rüsvay edecek çirkin âdet ve geleneklerden sakın.
Birşeyin neticesini iyice düşünüp hesaba katmadan yapmakta acele etme.

Soysuz adamlarla tartışma
Ey oğul!
Soysuz adamlarla tartışma. Sonra onun kötü arzularını kendine çekmiş olursun.
Namus ve şerefini koruyan insanlara herkes izzet ve ikramda bulunur. Böyle kimseler halk tarafından itibar görür. Hakkı bilmek doğruluktan gelen bir fazilettir.
Kendini zavallı ve fakir göstermeye çalışan kimse hakarete uğrar.

Az kelime ile çok şey anlat
Ey oğul!
Bir meseleyi yazarken gereksiz kelime kullanma. Az kelimeyle çok şey anlatmaya çalış.
Sonu gelmeyecek arzular peşinde koşmak sapıklıktır.
Başkasını kınayan ve hep kusur söyleyen adamın dostu olmaz.
Din süslerin en güzelidir.
Kuru gürültü boş yere vakit harcamaktır.
Sarhoşluk insanlıktan uzaklaşıp şeytanlaşmaktır.
Yapılan bir akdi bozan kimse sırtına bir kin yüklenmiş olur.
Yumuşak söz büyüklerin ahlâkındandır.

Evlenmek istediğin kızı iyi seç
Ey oğul!
İnsanın hanımı huzur ve sükûnet kaynağıdır. Bir kızla evlenmek istediğinde ailesini iyice araştır ve öğren. Çünkü temiz ve asil bir aile tatlı meyveler yetiştirir.
Bilmiş ol ki kadınlar parmaklarımız kadar birbirinden farklıdırlar.
Şirret ve karaktersiz kadından sakın. Onların dış görünüşlerine aldanma böyleleri kocasına karşı kaba ve hırçındır.
Kocası kendisine saygılı olduğu zaman bunu bir üstünlük sanar. Hiçbir iyiliğe karşı teşekkür etmesini bilmez. Az şeye de hiç kanaat etmez.

Dostunu iyi seç
Ey oğul!
İki çeşit dost ve kardeş vardır. Birisi başına bir bela geldiği zaman seni korur; diğeri de mutluluk ve ikbal günlerinde senin dostundur.
Belâ gelip ikbalden düştüğünde dostluk yüzünü gösteren kardeşi hakiki kardeş ve dost bil ve dostluğunu korumaya çalış.
Saadet günlerindeki dosta pek güvenme. Sıkıntılı günlerinde dostluk bağını uzatmıyorsa onu düşmanların düşmanı bil.

İnsanları iyi tanı
Ey oğul!
Heveslerine ve nefsine uyan aşağılık çukuruna yuvarlanır. Zarif görünümlü insanlar fazla ilgini çekmesin dış görünüşe pek aldanma. Çünkü insan kalbiyle düşüncesiyle ve diliyle adamdır kıyafetiyle değil.
Benzi sarı zayıf kimseleri hor görme. Çünkü insan iki küçük et parçasıyla ölçülür: Kalbi ve dili. Öyleyse insanların bu iki değerinden faydalanmaya çalış; gerisi et kan ve kemiktir.

Fitneden sakın
Ey oğul!
Düşman ülkesinde de olsan fitne ve fesat çıkarmaktan sakın.
Kendinden aşağı kimselere karşı çoluk çocuğunu şeref ve itibarını yaygı yapma.
Malını kendinden fazla kıymetli ve üstün tutma.

Fazla konuşma
Ey oğul!
Fazla konuşma. Sonra bulunduğun toplulukta taşınması güç bir yük olursun.
Seninle beraber oturana karşı alicenap davran. Yanına oturmak isteyene güzel nazik hareket et.
Başkasının gözüne dikkatle bakıp durma.
Fazla lügat parçalayıp yaldızlı söz söyleme. Çünkü bu sözlerin dış görünüşü belki güzel sayılabilir fakat gerçekte güzel değildir.

Kendinden fazla söz etme
Ey oğul!
Çocuğunu çok beğendiğini başkalarına anlatma.
Hizmetçinin çok hünerli olduğundan başkalarına söz etme.
Atından ve kılıcından bahsetme.
Gördüğün rüyaları her yerde anlatmaya kalkışma. Çünkü gördüğün rüyadan sevinç duyduğunu belirttiğin zaman beyinsiz ve seviyesiz insanlar bu konuda seni rahatsız etmeye başlarlar.

Kişiliğini korumak için şunlara dikkat et
Ey oğul!
1. Saçını sakalını tarayıp öyle sokağa çık.
2. Beyaz kılları koparmaya kalkma.
3. Lüzumundan fazla güzel kokulu şeyler sürünme.
4. Bir ihtiyacını dile getirirken üzerinde ısrarla durma.
5. Birtakım arzularının yerine gelmesi için küçülme.
6. Servetinin tam listesini mevcut paranın tam rakamım çoluk çocuğuna verme. Çünkü bunlar onu az görecek olurlarsa kendilerini zayıf sanarlar. Çok görecek olurlarsa yaşayışlarında değişiklik yapmak isterler. Onları hırpalamadan belli ölçüde idare etmeye çalış.

Tartışmada şunlara dikkat et
Ey oğul!
1. Birisiyle tartışırken vakar ve efendiliğini elden bırakma.
2. Bilgisizliğini ortaya koyma. Bu konuda aceleci olma.
3. Delillerini getirirken çok iyi düşün.
4. Tartıştığın kimseyle aranda hakem olarak yumuşak huyunu gör.
5. Elinle ve parmağınla fazla işarette bulunma.
6. Fazla heyecanlanıp yüzün turp gibi olmasın.
7. Şakakların terlemesin.
8. Karşındaki adam sana ölçüsüz davranır küstahlıkta bulunursa sen de nezih ve ağırbaşlı davran.
9. Seni kızdıracak olursa yine ölçülü konuşmaya çalış kendi şerefini düşün.

Hükümdarla görüşmede şunlara dikkat et
Ey oğul!
1. Devrin hükümdarı sana yakınlık gösterirse onunla mızrak ucunda bulunduğunu hesapla.
2. Hiçbir zaman onu bu yakınlığından cesaret alıp haddini aşma ve kendini güven içinde hissetme.
3. Son derece efendi ve yumuşak davran.
4. İlâhî hükümlerden biri zedelenmedikçe hükümdarın hoşuna gidecek şekilde konuş.
5. Onun sana lütufları seni ölçüsüzlüğe sürüklemesin.
6. Sakın hükümdarla yakını arasına girme. Ancak iyilik ve hayırlı işlerde gir. Çünkü hükümdarla yakınları arasına giren kişinin düşüşü çok ani ve sür’atli olur.

Konuşurken şu noktalara dikkat et
Ey oğul!
1. Söz verdiğinde onu mümkün olduğu ölçüde yerine getir.
2. Konuştuğunda ancak doğruyu söyle.
3. Sağırlara seslenir gibi konuşma.
4. Dilsizlere hitap eder gibi sesini kısma.
5. Makbul söz söyle güzel konuşmaya çalış.
6. Seni dinleyenin olduğu takdirde konuş.
7. İlgi duyulmayan yerde konuşma.
8. Halkın kabul etmeyeceği ve garip karşılayacağı olaylardan söz etme.
9. Bazı sözleri devamlı olarak tekarlayıp durma: “Yani ondan sonra evet evet evet hayır hayır hayır” ve benzeri gibi…

Büyüklerin sofrasında dikkatli ol
Ey oğul!
Büyüklerle bir sofraya oturduğun zaman fazla su isteme. Etin kemiği ile fazla meşgul olma. Hiçbir yemeği ayıplama ve sofradaki hiçbir yiyeceği küçümseme. Sonra sofra sahibini üzmüş olursun.

Gözü aç ve savurgan olma
Ey oğul!
Kendini iyice sıkıntıya sokmuş bir miskin gibi gözü aç; mal kıymeti bilmeyen ilerisini görmeyen bir sefih gibi savurgan olma. Sana ait hakları belirle. Dostuna saygılı düşmanına insaflı ol.

Nimetlere şükret
Ey oğul!
Allah’ın verdiği nimete dâima şükret.
Musa Aleyhisselâm münacatında “Yâ Rabbi! Âdemoğullarına el ayak göz kulak ve sair birçok nimetler verdin. Âdemoğulları bu nimetlerin şükrünü nasıl îfa edebilir?” diye sordu.
Cenab-ı Hak ona şöyle buyurdu:
“Yâ Musa! Verdiğim nimeti Benden bilip kendi işinden ve çalışmasından bilmeyen kulum ona verdiğim nimetin şükrünü eda etmiş olur. Verdiğim nimetleri kendinden ve çalışmalarından bilip Benden bilmeyen kulum da nimetin şükrünü eda etmemiş olur. Kula lâyık olan gece ve gündüz Bana teşbih ve hamd etmektir.”

Fakirlere ihsan et
Ey oğul!
Cenab-ı Hakkın ihsan buyurduğu nimetten fakirleri ve muhtaçları hissedar etmek şükürdür. Eğer kapına bir fakir gelirse onun kalbini hoş et öyle gönder.

Sadakayı gizli ver
Ey oğul!
Sadaka verirken gizli vermek kendine bir musibet geldiğinde bağırıp çağırmayarak yaygara yapmayarak gizlemek gerekir.
Bir günah işlediğinde ceza gelmeden hemen tevbe et. Sadaka vermek sıddıklar nişanıdır. Onlar sıddıklar zümresindendir.

Tamahkâr olma
Ey oğul!
Tamahkâr olma. Kalbin katı ve kara olur. Çok mal arttırmak için hasislik etme.

Salih insanların sohbetinde bulun
Ey oğul!
Âlimlerin ve sâlih insanların sohbet ve meclisinde bulunmayı elden bırakma. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kimse ulema ve sâlihlerin meclis ve sohbetine giderse. Cenab-ı Hak o kimsenin herbir adımına karşılık kabul olunmuş bir hac sevabı ihsan eder.”
Âlim ve sâlih zatlar Allah’ın dostlarıdır. Onları ziyaret edenin sevabı Allah’ın evini ziyaret edenin sevabı gibidir.

Dargınları barıştır
Ey oğul!
Dargın ve küsülü olanları barıştır ki sen de yarın Kıyamet gününde mesrur ve şad olasın.
Musa Aleyhisselâm münacatında “Yâ Rabbi! Küsülü iki kişiyi barıştırana ne ecir verirsin? Senin rızanı kazanmak için halka zulmetmeyenlere nasıl bir mükâfat verirsin?” diye sordu.
Hak Teâlâ şöyle buyurdu:
“Ben de yarın Kıyamet gününde ona selâmet verip korktuğundan emin ederim.”

Merhametli ol
Ey oğul!
Cenab-ı Hak şefkati ve merhameti sebebiyle Musa Aleyhisselâma peygamberlik verdi. Ey oğul! Sen de şefkat ve merhameti elden bırakma ki merteben yüce olsun.
Yeryüzünde olan mahlukata merhamet eyle. Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Yâ Ebâ Hüreyre! Yeryüzünde olan mahlukata merhar met eylersen Allah da sana merhamet eder.”

Anne-babanın rızasını al
Ey oğul!
Anne-baban yaşlanınca elinden geldiği kadar onlara yardım et. Çünkü ebeveynin sen küçükken türlü türlü zahmetini çektiler. Devamlı onların hayır duasını al. Beddua ederlerse dünyan da âhiretin de yıkılır. Anne-babanın rızası Allah’ın rızasıdır. Onların öfkelenmesi Allah’ın gazabıdır.
Resul-i Kibriya Efendimiz (a.s.m.) “Cennet onların ayağı altındadır” buyurmuştur.
Bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Anne-babasına iyilik edenin onların gönlünü alanın ömrü bereketli ve uzun olur. Yarın kıyamette azap görmez.”

Yakın akrabalarına iyilikte bulun
Ey oğul!
Amcan ve halan baban hükmündedir teyzen ve dayın da ana hükmündedir. Onlara anne-babana ettiğin hürmet gibi hürmet et. Hayır dualarını almaya çalış sakın ihmal etme.

Âmâ akrabana iyilik et
Ey oğul!
Senin evindeki bereket direği rahmetin vesilesi sana gelecek musibetlerin gidericisi evindeki yaşlı âmâ akra-bandır. “İdare edemiyorum geçimim dardır” deme. Onların vesilesiyle gelen bereket olmasaydı geçimin daha da darlaşacaktı.

Hocana hürmet et
Ey oğul!
Hocana tazim ve hürmet et. Çünkü hoca hakkı ana-baba hakkından fazladır. Ana-baban dünyanı mamur ederken hocan âhiretini mamur eder. Onun içindir ki hocaya hürmet ana-babaya hürmetten efdaldir.
Hocanı gördüğün zaman elini öp hürmet et diz çöküp edeple otur. Senden bir isteği olursa kendi işini bırak önce onun işini gör.
Eğer fakir ise elinden geldiği kadar yardım ederek hayır duasını al. Çünkü hocanın talebesine duası ana-babanın evladına duası gibidir.

Kardeşinin ayıbını gizle
Ey oğul!
Mü’min kardeşinin bir ayıp ve kusurunu görürsen onu gizle ifşa edip yayma.
Resul-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir mü’min kardeşinin kusurunu görür de halkın yânında onu rüsvay etmezse Allahü Taâla Kıyamet gününde onun ayıplarını örter mahşerde halkın huzurunda rüsvay etmez.”

Hayırlı işlerde devamlı ol
Ey oğul!
Hayırlı amellerinde sebat et ve işlemede devamlı ol. Birgün yapıp birgün terk etme.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: “Allah katında en sevgili amel daimi yapılan ameldir. Daimî yapılan amel kişiyi maksuduna ulaştırır.”

Anne babana karşı gelme
Ey oğul!
Anne-babana karşı gelme. Gönüllerini kırma. Kalblerini incitme.
Bir kimseden anne-babası razı olmazsa o kimse için Cehennemden iki kapı açılır.
Bir kimsenin anne-babası zâlim olsa bile onlara karşı âsi olmamalıdır.
Cenab-ı Hak Musa Aleyhisselâma şöyle buyurmuştur: “Ya Musa bil ki günahların içinde bir günah vardır ki mizanda en ağır o gelir. O da anne-babası çağırdığı zaman çocuğun onlara ‘efendim’ deyip cevap vermemesidir.

Anne babanı darıltma
Ey oğul!
Anne-baban sana darılırsa sen onlara karşı gelme. Bir köle efendisine nasıl hürmet ve itaat ederse sen de ana-baban bir iş buyururlarsa o işi çabucak yap ki sana beddua etmesinler. Eğer sana darılırlarsa onlara karşı kafa tutma. Ellerini öpüp hiddetlerini teskin et

İzzet-i nefsini koru
Ey oğul!
Fakirlere karşı mütevazi ol. Zenginlere karşı zillet gösterme. İzzet-i nefsini koru.

Kimseyi incitme
Ey oğul!
Âhirette selâmet istersen kimseyi incitme. Bir çocuk görünce “Bu günâh işlememiş masumdur. Ben günahkârım bu benden üstündür” de. Kendinden yaşlı birisini gördüğün zaman da “Bu benden çok ibadet etmiştir. Benden efdaldir” de.

Kendini herkesten aşağı gör
Ey oğul!
Cahil birisini görürsen “Bu bilmeyerek günah işler ben ise bile bile günah işlerim bu benden efdaldir” de.
Bir fakiri görürsen “Bu imân ve saadetle gider. Ben ise nasıl gideceğimi bilmiyorum. Bu benden efdaldir” diye düşün.
Eğer bu şekilde kendini herkesten aşağı görmezsen Allah katında yüce olamazsın.

Mü’min kardeşini sevindir
Ey oğul!
Mü’min kardeşini sevindir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse dünyada bir mü’min kardeşim sevindirirse Cenab-ı Hak kıyamet gününde onun kalbini ferahlatır.”
Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse bir çocuğu sevindirirse Allah onu şirkten başka bütün geçmiş günahlarını bağışlar.”

Mü’min kardeşinin ihtiyacını gör
Ey oğul!
Elinden geldiği kadar mü’min kardeşinin ihtiyacını gör.
Peygamber Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:
“Kim dünyada bir mü’min kardeşinin ihtiyacını giderirse Cenab-ı Hak on’u dünyada altmışı da âhirette olmak üzere yetmiş ihtiyacını giderir.”

Küçük ve büyük kardeşine güzelce davran
Ey oğul!
Eğer kardeşin senden küçük ise ona edep ve terbiyeyi öğret. Okut ve tahsil yapmasını temin et. Tatlı sözlerle öğüt ver fena hallere düşmesine mâni ol.
Şayet kardeşin senden büyükse ona saygı ve hürmet göster sözünü dinle anlattıklarına kulak ver. Âhiret kardeşine ise tazimde kusur etme. Senden bir haceti varsa çabuk yerine getir. Çünkü ana-baba bir kardeşten âhiret kardeşin daha hayırlıdır.
Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Birbirleriyle Allah için âhiret kardeşi olanlara Cenab-ı Hak âhirette bir derece ihsan eder ki hiçbir amelle o manevî dereceye erişilemez.”
Eğer âhiret kardeşin uzakta ise ara sıra ziyaret et ihmal etme.

Oğlunu ve kızını iyi yetiştir
Ey oğul!
. Oğluna ve kızına küçükken edep ve terbiye öğret. Onları iyi yetiştir. Büyüdükleri zaman öğretmen güç olur. Hanımının ve çocuklarının bir suçu olursa bağışla.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Çocuklarınızın hanımınızın ve hizmetçinizin suçunu bağışlayınız.”
Küçüklerin kabahatim affetmek büyüklerin şanıdır.
En efdal sadaka ehline evladına ve hizmetçisine verdiğin sadakadır. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Bir kimse hanımına çocuklarına ve hizmetçisine gönlünün istediği yemeği yedirirse Allah Taalâ ona bin derece ihsan eder.”
Oğlunu yabancı kadınlarla ülfet ettirme. Yedi yaşında namazı dokuz yaşında orucu öğret. Günah ve haram olan şeyleri bellet.

Misafire ikram et
Ey oğul!
Evine misafir gelirse kapıda karşıla selâmını al. İzzet ve ikram ile “Hoş geldiniz safa geldiniz” diyerek önlerine düş.
Odada üst başa oturt. Sen de aşağıya otur. Yemek vaktinden önce gelmişse yemek çıkar. Yemek vaktinden sonra gelmişlerse tatlı birşey ikram et.
Kalkıp giderken “Rahatsız oldunuz özür dilerim” diyerek kapıya kadar uğurla.
Gece kalmak için akşam üstü gelen misafire de bu şekilde ikram et yemek yedirdikten sonra gece fazla oturma. Belki misafir yorgundur. Münasip bir yere yatağını yap yanına su koy tuvaleti de göster. “Allah rahatlık versin” diyerek kendi odana çekil. Sabah olunca kahvaltı çıkar. Eğer kalıcı misafir ise kalıncaya kadar gönlünü hoş tut. Gideceği vakit yemek yedirmeden bırakma. Belli bir yere kadar yolcu et “Allah selamet versin” diye dua et.

Yiyip içerken şunlara dikkat et
Ey oğul!
1. Sofraya oturmadan önce ellerini yıka.
2. Sağ dizini dikip sol dizinin üzerine otur.
3. Tabağın ortasından değil kendi önünden ye.
4. Sofrada sağa sola eğilerek yanındakileri rahatsız etme.
5. Ağzında lokma varken konuşma.
6. Ağzındaki lokmayı kimseye gösterme.
7. Etrafına çok bakma.
8. Ekmeği ısırıp yemeğe batırma.
9. Vücudunun rahatını istersen az ye ve az iç.
10. Sofradan kalkınca da az su iç.
11. Cemaat içinde sümkürüp tükürme.
12. Su içerken acele ile bardağı dikerek hort hort içme. Vücuda zarardır. Yavaş yavaş arada nefes alarak iç.
13. Ayakta su içme. Sıhhate zarardır.
14. Bir kimse su isterken sen de isteme.
15. Terli iken su içme.
16. Gece uyanıp su içmek doğru değildir.
17. Eğer çok susamışsan önce ağzını çalkala sonra az iç.

Çarşı pazarda şunlara dikkat et
Ey oğul!
1. Çarşı pazarda yürürken kimseye omuz vurma incitme.
2. Kimse ile alay etme.
3. Meydanda yere sümkürme ve tükürme.
4. Elle çekişip kavga etme.
5. Sattığı şeyi geri getirirlerse al.
6. Yalan söyleme
7. Kimseyi aldatma.
8. Dükkânını erken aç geç kapa ve kaparken Besmele çek ve “La havle velâ kuvvete illâ billahi”l-aliyyilazîm”i oku.
9. Halkla tatlı konuş.
10. Yenecek birşey alırken sahibinin izni olmadan alıp tatma.
11. Aldığın yiyeceği evine açıktan götürme. “O nedir?” diyene tattır.

Arkadaşlık hukukuna riayet et
Ey oğul!
Bir kimseyle yol arkadaşlığı yaparsan onun ayağınca yürü hızlı yürüme.
Öteye beriye sapma.
Yol arkadaşını bırakıp da bir tarafa savuşma. Bir işle meşgul olup da bekletme.
Arkadaşlık hakkını ve onun alışkanlıklarını gözet ki senden hoşnut olsun.
Ondan ayrılacağın vakit helâlleşip veda et ve elini sık.

Hasta ziyaretine git
Ey oğul!
Hastanın halini hatırını sormak görgü kuralıdır.
Hastayı ziyaret ettiğin zaman odasına habersiz girme.
İçeri girerken selâm ver hastanın sağ yanına oturup elini okşa. “Neren ağrıyor hastalığın nedir şimdi nasılsın?” diye sor. “İnşâallah geçer” diye teselli et ve ümitlendir.
Hastanın yanında çok oturma.
İhtiyacı varsa elinden geldiği kadar yardım et.
Eğer hasta ağır ve kendini bilmiyor veya doktor kimse ile görüşmesini yasaklamışsa odasına girme ev halkından haber al veya bir adam gönderip sordur:
Hasta ziyareti insanî bir vazife olduğu gibi sünnettir ve sevabı çoktur.

Cenazeye katıl
Ey oğul!
Akrabandan dostlarından veya memleketin ileri gelenlerinden biri vefat ederse cenazesine katıl.
Cenaze sahibine evlat ve akrabasına orada hazır bulunanlara selâm ver.
Vefat eden fakir ise cenaze masraflarına yardım et. Cenazeyi yaya olarak takip etmek sünnettir. Mazeretin yoksa mezara kadar yaya git.
Cenazeye katılamıyorsan ailesine mektup yazarak başsağlığı bildir.
Cenazede bulunmak ve cenaze namazını kılmak çok büyük sevaptır.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Tesettür İle ilgili Ayet ve Hadisler Nelerdir?

Tesettürle ilgili ayetler:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah, Gafûrdur, Rahîmdir.” (Ahzab, 33/59).
“Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Zinet yerlerini kendi kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin umduğunuza nail olasınız.” (Nûr, 24/31).
“Ay halinden kesilmiş ve evlenme için ümidi kalmamış olan yaşlı kadınlar zinet yerlerini erkeklere göstermemek şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. Bununla birlikte yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır.” (Nûr, 24/60).
Tesettürle ilgili hadisler:

Umeys’in kızı Esma’dan nakledildi. Dediki:
Resulüllah (s.a.v) bir gün Hz. Aişe (r.anha)’nın evine girdi. Kızkardeşi Esma yanında idi. Üzerinde vücudunun hertarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı. Resulüllah (s.a.v) onu görünce kalkıp dışarı çıktı. Hz. Aişe (r.anha) kızkardeşine “buradan uzaklaş Resulüllah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi. Hz. Esma uzaklaştı arkasından Resulüllah (s.a.v) içeriye girdi.Hz. Aişe (r.anha) niçin kalkıp gittiğini sordu. Resulüllah (s.a.v) de elbisesinin yenini sadece parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek şöyle cevap verdi:
“Kızkardeşini görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez.” (Mecmeu’zzevâid nr:4168)
Bu hadis-i şerif’ten Hz. Esma’nın giydiği elbisenin bedenini örttüğünü, fakat kollarında açıklık olduğunu bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) bu kıyafetinden hoşlanmadığını, ellerinin üstünün parmaklara kadarda örtünmesi gerektiğini islam alimleri anlamışlardır ve de böyle ifade etmişlerdir.
Usame b.Zeyd (r.a) nakletti. Dedi ki:
“Resulüllah (s.a.v) Dihye’tül- Kelbi’nin kendisine hediye ettiği mısır kumaşlarından sık dokunmuş bir elbiseyi bana giydirdi, ben de onu hanımıma giydirdim. Resulüllah (s.a.v) daha sonra bana sordu: ne oldu Mısırdan gelen elbiseyi giymiyorsun? Dedim ki, ey Allah’ın Resulü ben onu hanımıma giydirdim. Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki, altına pijama türünden bir şey giymesini ona emreyle. Çünkü ben o elbisenin kemiklerinin hacmini belli etmesinden korkuyorum.” (Ahmet b. Hambel)
Ibn-i Abbas (r.anhuma)’dan dediki:
“Resulüllah (s.a.v) kadınlardan erkeklere benzeyenlere, erkeklereden de kadınlara benzeyenlere lanet etti.” (Buhari nr:5751, ebu Davut nr:4098, Ahmet b.Hambel nr:3149, Nesei nr:9161)
“Ümmetimin son dönemlerinde bir takım adamlar olacaktır. Erkekler gibi eğerlerin (bineklerin) üzerine binip cami kapılarına ineceklerdir. Hanımları ise giyinik uryandır, (giyinik çıplaktır), başları üzerinde arık deve hörgücü gibisi vardır. Onalara lanet edin. Zira onlar lanet olunmuşlardır.” (Ahmet b.Hambel – müsned nr.6786, Ibn-i Hibban sahih nr:5655-7347)
Hz. Âişe’den rivâyete göre, bir gün Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ ince bir elbise ile Allah Resulunun huzuruna girmişti. Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:
“Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çagına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.” (Ebu Davûd, Libâs, 31). “Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez” (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259).
“Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır.” (Ahmed b. Hanbel, II/187). “Diz kapağı avret yerindendir.” (Zeylai, Nasbu’r-Raye, I, 297).
Sahih-i Müslim’de Ebû Hüreyre (r.a.} tarafından bir rivayette Peygamberimiz (s.a.s), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler. (Müslim, Libas.-125.)
Harbın oğlu Züheyr bana anlattı: Bize Cerir Sehl’den o da babasından o da Ebu Hureyre (r.a)’den nakletti. Ebu Hureyre (r.a) dedi ki:Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ateşlik iki sınıf insan ki ben onları henüz görmedim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi kamcılar olup insanları onlarla döven topluluk ve biri de bir takım kadınlar topluluğudur ki bunlar giyinik, çıplaktırlar. Görenleri yoldan saptıran ve kendileri de haktan sapanlardır. Başları bir tarafa sarkan deve hörgücü gibi olacaktır. Bunlar cennete giremiyecekler. Kokusu şu kadar, şu kadar yürüme mesafesinden alındığı halde, bunlar cennetin kokusunu da bulup alamıyacaklardır.” (Müslim – sahih bab: libas ve’l- zineh hadis nr.3971)
Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:
“Abdurrahman’ın kızı Hafsa’nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe’nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı.” (Muvatta’, Libas:4)
Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü’minlere ikazda bulunmuştur. (Beyhakî. Sünen, 2:235)
İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, “Giyindiği halde açık” olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der: “Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz.” (el-Mebsût, 10:155)
“Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker.” (Tirmizî, Radâ, 18).
Hz. Âişe (R.anhâ)’dan nakledilen;
“Allah Teâlâ erginlik çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez.” (İbn Mace, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160) hadisi saçları da kapsamına alır.
Hz. Âişe (r. anhâ) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:
“Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; “Baş örtülerini yakalarının üstüne taksınlar…” (en-Nûr, 24/31) ayeti inince, etekliklerini kesip bunlardan başörtüsü yaptılar.”
Yine Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: “Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettik. Hz. Âîşe dedi ki:
“Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim Nûr sûresinde “Kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar…” ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allah’ın kitabını tasdik ve ona iman ederek başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamberin arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı.” (Buharî, Tefsîru Sûre, 29/12; İbn Kesîr, Muhtasar, M. Alî, es-Sâbûnî, 7. Baskı, Beyrut 1402/1981, II/600).

Sofu Baba Hayatı/Kimdir?

Sofu Baba Camii / Van
     Van evliyâsından. İsmi MustafaEfendidir. Sofu Baba adıyla meşhûr oldu. Van eşrâfındanAbdullah Tüfekçibaşızâde’nin torunu olup babasının adı Abdurrahmân Efendidir. On dokuzuncu yüzyılın son yarısında Van’da yaşadı. Kabr-i şerîfi İpek Yolu üzerinde olup, ziyâret mahallidir. Kabri yanında kendi adıyla anılan Sofu Baba Câmii vardır.

      Mustafa Efendi gençliğinde evliyânın büyüklerinden ve Peygamber efendimizin soyundan olan Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini tanımakla şereflendi. Tanıması şöyle anlatılır:
Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleri her sene Van’a gelir, Şâbâniye mahallesindeki câmide halka vâz eder, ilim ve edep öğretirdi. Vâzlarına devâm edenler arasında MustafaEfendi de vardı. Seyyid Fehîm hazretleri sıcak bir yaz günü dersine gelen talebeleri imtihan etmek maksadıyla; “Birisi olsa da Erek Dağından bir tabak kar getirse. Bir karlı su içseydik.” buyurdu. MustafaEfendi sessizce bu işe tâlib oldu. Binbir zorlukla kısa zamanda dağa gidip kar getirdi. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri ona ismini sordu ve duâ etti. O sırada Mustafa Efendi’de bâzı haller görüldü ve ağlamaya başladı. Gönlü her şeyden boşalıp muhabbetle doldu. Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerine candan âşık oldu. Sonra hocası Van’da kaldığı müddetçe yanından hiç ayrılmadı.

Sofu MustafaEfendi anlatır: Bir zaman Başkale’den Suvar Ağa ile birlikte Van’a koyun götürüyorduk. Dağda müthiş bir tipiye yakalandık. Dağ başında tipi fırtınası bir nevî ölüm demektir. O zaman endişe ile hocam Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini hatırlayıp gözlerimi kapadım. Bir müddet o halde kaldım. Sonra gözlerimi açtım. Fırtınayı dinmiş gördüm. Daha sonra selâmetleVan’a geldik. Ben burada Seyyid Abdülhakîm-iArvâsî hazretlerine uğradım. Abdülhakîm Efendi beni görünce; “Çok mu korktunuz?” dedi. Ben sükût edince; “Nasıl olsa kurtulurdunuz. Hocasını hatırlayanın ve bağlılığı olanın endişesi yersizdir.” buyurdu.
Sofu Baba’nın o târihte ışıklandırma için Arvas’a getirdiği yağ küpünün ve yakılan yağ ile isten kararmış duvarlarının hâlâ Arvas’taki medresede durduğu bildirilmektedir. Seyyid Fehîm hazretlerinin torunu rahmetli Tâhâ Arvas Efendiye, dergâhı ziyâret edenlerce; “Neden bu şekilde bırakıldığı?” sorulduğunda o, Sofu Baba’nın getirdiği küpü göstererek; “Eski mânevî havanın dağılmaması için o zamanki durum silinmesin diye badana yaptırmaya kıyamadık.” demiştir.
Sofu Baba’nın sülâlesinden Fehîm isminde birçok zât vardır. Sofu Baba’nın oğlu Sıtkı Efendi onun oğlu Ağabey diye bilinen Abdurrahmân Efendi, onun oğlu Fehîm Efendi, Fehîm Efendinin oğlu ise mahkeme zâbit kâtipliği yapmış olan Necmeddîn Efendidir.

HİÇ DÖNÜP BAKILIR MI HIZIR’A
      Seyyid Fehîm hazretlerinin Van’dan ayrılmasından sonra Mustafa Efendi onun hasret ateşiyle sararıp soldu. Kimseye bakmaz ve sokağa çıkmaz olmuştu. Bunun üzerine kendisine Sofu dediler. Sofu Mustafa Efendi bir kış günü annesine; “Anneciğim heybemi hazırlaArvas’a gideceğim.” dedi. Annesi durumunu ve hocasına olan derin sevgisini bildiğinden; “Etme oğlum bu karda kışta evden dışarı çıkılmaz. Aç kurtlar seni yerler. Gitme. Bahar yaklaşıyor. Biraz bekle. O zaman gidersin.” dedi. Lâkin onun kararlı olduğunu anlayınca, çâresiz heybesini hazırladı. Mustafa Efendi hediye olarak Arvas’ta büyük ihtiyaç olan bir küp kandil yağı da alarak yola koyuldu. Soğuk dondururken, kurtlar yiyecek ararken dağ dere demeyip gece gündüz yola devâm etti. Yol, yüz kilometre kadardı.

       Sofu Mustafa Efendi yüksek bir dağ tepesindeyken karşısına biri çıktı ve; “Oğlum! Aç isen sıcak yemek vereyim. Nereye gidiyorsan ben götüreyim.” dedi. Genç âşık onunla oturup konuşmadı. Yoluna devâm etti. O devamlı Seyyid Fehîm hazretlerini düşünüyor, onun aşkı damarlarındaki kanı ısıtıyor, kendini ona o kadar yakın hissediyor, karşısındaki hayâlini; “Çabuk gel, seni bekliyorum.” der halde görüyordu. Geri dönmek aklının ucundan geçmiyordu. Nihâyet bir akşam vakti Arvas Câmiinde ezân okundu. Seyyid Fehîm hazretleri mihrâba geçmeyip biraz durdu. Halbuki böyle yapmazlar, ezan okununca mihrâba geçer, imâm olur, huzûr içinde namaza dururdu. Talebeleri ve cemâat; “Bunda bir hikmet vardır.” düşüncesinde iken Seyyid hazretleri; “Bir yolcumuz geliyor. Kendisi farkında değil ama nerede ise donacak.” buyurdu. Hakîkaten biraz sonra kapıdan içeri Sofu MustafaEfendi girdi. Buzdan kardan bir adam gibiydi. Seyyid Fehîm hazretlerinin emriyle papuçlarını ve paltosunu çıkardılar. Sobayı yaktılar. Genç âşık kendine gelince hocasının o mübârek ellerini muhabbet ve eşsiz aşkı ile öptü, öptü. Ağladı öptü. Karada ölümle savaşan, kendini suya atmak için çırpınan bir balığın suya kavuşması, deryâya dalması gibi rahatladı. Herkes bu hâle şaşa kaldı. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri âşık gence; “Peki yolda karşına çıkıp, sana yardım etmek isteyeni tanıdın mı? O Hızır aleyhisselâmdı. Niçin yardımını istemedin?” buyurdu. Âşık genç; “Efendim! Tanıdım size selâmı var, ama o anda sizinle öyle bir huzurda idim, kendimi bütün varlığımla size öyle vermiştim ki, Hızır aleyhisselâmla konuşmakta bir fayda görmedim. Ben ona güvenerek değil, aşkınıza tutunarak geliyordum. Her adımda size biraz daha yaklaşıyor, karşımda sizi daha net görüyor, himmetinizi her zerremde hissediyordum. Beni bana bırakmıyordunuz.” dedi. Sonra namaza durdular.


1) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c.2, s.795
2) BizimEller Van; s.78

7 Haziran 2012 Perşembe

Published with Blogger-droid v2.0.4

Tasavvuf nedir?


        Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötülüklerden temizlemek demektir. İnsanın kalbini, Allahü teâlânın muhabbetine bağlamak, Resûlullahın söz, hareket ve ahlâkına uymak, yolundan gitmektir. Kalb ile yapılması ve sakınılması gerekli şeyleri ve kalbin, rûhun, kötülüklerden temizlenmesi yollarını öğreten ilme, tasavvuf ilmi denir. Îmânın yerleşmesini, fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin severek, kolaylıkla yapılmasını ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı sağlar. 



        Tasavvuf ilmine, Ahlâk ilmi de denir. Âlimler tasavvufu çeşitli şekillerde ta’rîf etmişlerdir. Ba’zıları şöyledir:

Tasavvuf, güzel ahlâktır. (İ. Kettânî)
Tasavvuf, kalbi temizlemektir. (Ebû Ali Rodbârî)
Tasavvuf, edebe riâyettir. ( Ebû Muhammed Cevîrî)
Tasavvuf, i’tirâzı bırakıp, emredilene peki demektir. (Ebû Sehl Sa’lûkî)
Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)
Tasavvuf, faydasız işleri terk etmektir. (Ebû Saîd İbni Arabî)
Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir. (İbni Osman Mekkî)
Tasavvuf, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Tasavvuf, kimseye ezâ ve cefâ vermemek, herkese lütûf ve ihsânda bulunmak, hastalık ve musîbetleri herkese izhâr etmemek, düşmanlarını affetmek, insanlık mertebesinin en yüksek derecesine kavuşmayı usûl ittihaz etmektir. (Ahmed Şirbâhî) 

Güzel ve çirkin huylar ,Kalbin, kötü huylardan temizlenmesi için, Allah için olmayan herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak gerekir. Bu yolda ilerlemek Peygamberlerin ahlâkındandır.
Kötü sıfatlar, câhillik, öfke, riyâ, kin, hased, kibir, ucup cimrilik, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplamaktan korkmamak, sû-i zan, övünmek gibi şeylerdir.
Güzel huylar, ilim, tefekkür, rızâ, hayâ, tevâzu, merhamet, mürüvvet, cömertlik gibi güzel işlerdir.
Hak yolunda ilerlemekten maksat, kötü sıfatlardan kurtulmak ve güzel huylarla süslenmektir.

   Ehl-i sünnetten, kalblerini gafletten koruyanların ve nefislerini Allaha itâ’ate kavuşturanların bu hâllerine Tasavvuf ve kendilerine Sofî ismi verildi. Kendine ilk defa sofî denilen zât, Ebû Hâşim Sofî’dir.

     Tasavvuf, İslâm ahlâkı ile ahlâklanmak için lâzım olan bilgileri öğreten bir ilimdir. Tıp ilmi, beden sağlığına âit bilgileri öğrettiği gibi, tasavvuf da kalbin, rûhun, kötü huylardan kurtulmasını öğretir, kalb hastalıklarının alâmetleri olan kötü işlerden uzaklaştırır, Allah rızâsı için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlar. Zaten dinimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra buna uygun iş ve ibâdetin Allah rızâsı için yapılmasını emreder. Kısaca din, ilim, amel ve ihlâstan ibârettir.

Huzûra kavuşmak için
Dünya ve âhıret iyiliklerine, rahat ve huzûra kavuşmak için;

Birincisi, doğru bir îmân sâhibi olmak gerekir. Doğru bir îmâna kavuşmak için, Ehl-i sünnet i’tikâdını öğrenmek ve inanmak gerekir.

İkincisi, insanların saâdeti için lâzım olan şey, dinin emîr ve yasaklarını öğrenmektir. Dînimizde bildirilen helâlı, harâmı ve diğer husûsları öğrenmek ve buna uygun hareket etmektir.

Üçüncüsü, kalbin kötülüklerden temizlenmesi ve nefsin terbiye edilmesidir. Nefs hep kötülük yapmak ister. Onun bu isteklerinden kurtulmak ve Allah sevgisini kalbe yerleştirmek için, tasavvuf âlimlerinin eserlerini okuyup amel etmek lâzımdır.

Bir kimse doğru îmâna kavuşur, dinin emîrlerini seve seve yerine getirirse enbiyâya, evliyâya ve melâikeye benzer ve onlara yaklaşır. Aynı cinsten olan şeyler, birbirini çektiği gibi onlar tarafından yanlarına çekilir. Çok büyük bir mıknatısın bir iğneyi çekmesi gibi onu yüksekliklere çekip Cennete kavuşmasına sebep olurlar.

Ma’nen yükselmek dünya ve âhıret saâdetine kavuşmak bir uçağın uçmasına benzetilirse, îmân ile ibâdet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, ya’nî benzinidir. Tasavvufun iki gâyesi vardır:

Birinci gâyesi, îmânın yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Âkıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen îmân böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Kalblere îmanın yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur.) [Ra'd 28]
Zikir, her işte, her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, O’nun rızasına uygun iş yapmak demektir.

İkinci gâyesi, ibâdetlerde kolaylık, lezzet hâsıl olması için, nefisten doğan sıkıntıların giderilmesidir. İbâdetleri kolaylıkla, seve seve yapmak ve günâh olan işlerden de nefret edip uzaklaşmak, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür.

İmâm-ı Mâlik hazretleri buyurdu ki:
(Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid’at sahibi, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur.) [Merec-ül bahreyn]

Huzura kavuşmak için iman sahibi olmak gerekir, iman’ın da kalbe yerleşmesi için zikir gerekir. 
Zikir ise her işte Allah’ı hatırlamak ile olur.